Message
Her insanın vücudu etrafında bir enerji alanı vardır. Bazıları buna “aura”, “parlak enerji alanı” ya da sadece “insanın enerji alanı” der. Bu makalenin amacı sadece insanın enerji alanının varlığını ispatlamak değil, aynı zamanda DNA’mızın işlevini, DNA ve birleşik alan arasındaki etkileşimi ve de insan enerji alanının bu ilişkideki etkisini araştırmaktır.
Nihayetinde, eğer bilim doğruysa, bu sağlık, iyileşme ve muhtemelen de insan evrimi için ilk adımdır.
“Eğer evrenin gizemlerini çözmek istiyorsanız, enerji, frekans ve titreşim bakımından ele alınız.” – Nikola Tesla
İnsan Enerji Alanı ve DNA- Sağlığın Kaynağı
Batı dünyasında doktorlar neredeyse 10 yıl eğitim alıyorlar ve bu süre içinde insan biyolojisi, anatomisi ve fizyolojisinde uzmanlaşırlar. Hastalıkları anlamada ve teşhis etmede ustalaşıyorlar. Ama yine de çoğu vakada reçeteleri nedir: İlaç ve ameliyat.
Hastalığın ruhsal ve enerjik bir kaynağı vardır. Enerji alanınızı temizlemezseniz, alanınız bozulur, durağanlaşır ve karışır. Son derecede dengesiz olur ve zihninizde, ruhunuzda ve nihayetinde de bedenlerinizde hastalığa neden olan düşük enerji titreşimleriyle yüklenir. Ama neden?
Bunun olmasının nedeni, DNA’mızın esas işlevlerinden birinin enerji alıp yaymak olmasıdır. Bu, “Çöp DNA”nın (ki insan genomunun %95’ini oluşturmaktadır ve aslında işlevinin ne olduğu tam olarak anlaşılmadan önce çöp dna denmekteydi) en temel işlevlerinden biri olarak gösterilmektedir. Şimdilerde ise artık biyolojimizin ve DNA’mızın önemli bir parçası olarak gösterilmeye başlanmıştır.
Bruce Lipton, DNA’daki yeni keşiflerden birinin epigenetik kontrol olduğunu söylüyor. Epigenetik kontrol, “genetik üzerinde” kontrol demektir. Yani yeni DNA anlayışına göre, DNA’mızın kodladığı genler çevrenin yansıması olarak görülmektedir. Esas itibariyle, daimi bir adaptasyon sürecindeyiz. Bu demektir ki, çevremizle sürekli ve hatta spontan bir evrim potansiyeline sahibiz.
Daha belirgin bir biçimde, çevremizin yapısını saptamak için DNA’mızın tepki verdiği şey nedir? DNA’mızın gözleri ya da kulakları yoktur. Olan biteni göremez ya da duyamaz. Ama bunların yerine enerjiyi “okuyarak” çevreyi(ortamı) saptar. Çevreden enerjik sinyaller alır, bilgiyle iletişim kurar; birleşik alandaki şifrelenmişi kodlar, okur. Sonra da DNA, içinde bulunduğumuz ortama uygun genleri kodlar ya da aktive eder.
Peki insan enerji alanı negatif enerjilerle kirlendiğinde DNA’ya ne olur sizce? Bunu cevaplayabilmek için suyu incelemeliyiz.
Bilinç ve Su
Son birkaç yıldır Japon Dr. Masaru Emoto suyla ilgili gerçekten devrimsel bir çalışma yürütüyor. Su yapısı üzerinde insan düşüncelerini, duygularını ve yönlendirilmiş niyetlerini araştırıyor. 204-61(Konuyla ilgili olarak Dr Masaru Emoto’nun “Sudaki Gizli Mesajlar” kitabı var. Gerçekten aydınlatıcı bir kitap)
Testlerinde suya belirgin düşünceler yolluyor (ya da başkalarından bunu yapmasını istiyor) ve bu suyu aniden donduruyor. Böylelikle kristalleşmiş şekli inceleyebiliyor. Suya yönlendirilen enerji, düşünce, duygu ile donma sonucunda kristalleşen su arasındaki ilişkiyi test ediyor.
Şaşırtıcıdır ki, Dr Emoto, pozitif duygular, enerjiler ve kelimelerin suya yönlendirilmesiyle birlikte kristallerin çok güzel ve son derece ahenk içinde olduğunu gördü. Ama negatif, öfkeli ve nefret dolu duygu ve düşüncelerin yönlendirilmesiyle, su kristallerinde ahenkli yapının olmadığını, geometrik yapının şekilsiz olduğunu gördü. Hiç ahenk yoktu.
Bu çalışma iki şeyi ispatlamaktadır: 1. Düşünce ve duygularımız gerçekliği doğrudan etkiler. 2. Bu tür enerji önemlidir.
Su kristallerinde olan şey şudur: bir bireyin belirli şeyleri düşünmesi, konuşması ya da hissetmesiyle birlikte, enerjisi insan enerji alanıyla salınıma geçer. Böylelikle uzaydaki geometrik yapılar bu enerjiye göre yeniden şekillenir.
Sonra enerjimizin frekansı uzayda yayılır ve alanı bizim enerjimize göre yeniden yeniden yapılandırır. Bu da su molekülleri etrafındaki alanı –uzayı-yeniden şekillendirir; çünkü atomlar % 99.9999 boş uzaydırlar. Sonra su aniden dondurulduğunda, insan düşünce, duygu ve niyetleriyle oluşturulan geometrik bir şekilde donduğu görülür.
Sevgi, nezaket, neşe ve şükrandan oluşan en yüce duygular alan içinde son derece ahenkli yapılar oluşturur. Bu yüzden kristaller mükemmel, son derece güzel ve uyumludurlar ve biz gözlemledikçe bu duyguları bizim içimizde de yankılanır.
Diğer taraftan negatif duygular, alanın doğal yapısını bozuyor görünüyorlar; alanı uyumsuz bir şekilde titreşir. Sonucunda da çirkin, kusurlu, ahenksiz ve esasında hastalık yayan kristaller oluştururlar. Su kristallerinin hasta görünmesi mümkünse, bunlar o kristallerdir işte.
Algı
Eğer vücudumuzun %75’i su ise, genlerimiz de enerjiyi okuyup yorumlayabilen biyo-salınım yapan kristalli yapılarsa; bizler %99.999 uzaydan oluşuyorsak; o zaman insan enerji alanındaki enerjiler DNA’mızı ve dahası sağlığımızı nasıl etkiliyorlar?
Daha da önce de söylediğim gibi en son ve modern genetik bilimi epigenetik kontrol ile çalışıyor; yani kodlanmış DNA’mız ve genlerimiz çevrenin enerjisi tarafından belirlenir. Peki çevremizi ne belirler?
En büyük etki dışarda olan biten değil, bizim olup biteni nasıl algıladığımızdır. Başka bir deyişle, çevremizle ilgili doğru olduğuna inandığımız, düşündüğümüz ve hissettiğimiz şeyler çevremizi nasıl algıladığımızı belirler. Dünyanın negatif olduğunu düşünürsek, bizim için negatif olacaktır. Ama bunun tam tersi de doğrudur. Eğer sevgi, mutluluk ve iç huzuru içinde yaşarsak, o takdirde çevremizi de aynı algılarız ve böylece de kendimize çektiğimiz şeyler çok daha farklı olur.
İnsan enerji alanı DNA’mızı direk olarak bilgilendirir ve kodlanmış genlerden, sağlığımızdan, bedenimizde oluşabilecek herhangi bir hastalıktan doğrudan sorumludur. Zekamız, hafızamız ve hatta iyileşme yeteneğimiz de doğrudan etkilenir. Hayatımızdaki tüm unsurlar bilincimizin niteliği tarafından belirlenir.
Fantom DNA Etkisi
DNA’mız birleşik alan ve bilinçle etkileşime girdiğinde ne olduğunu anlamamıza yardımcı olan başka önemli bir kanıt da Fantom DNA Etkisi olarak bilinir. DNA’yı minik bir kuvarz kap içine koyup, üstüne yumuşak bir lazer tutan Dr. Peter Gariaev tarafından keşfedildi. Sonra tek bir fotonu bile saptayabilecek kadar hassas bir araç ile DNA’yı gözlemledi. DNA’nın bir sünger gibi hareket ettiğini, fotonları emerek vida şeklinde bir spiral içine sakladığını gördü.
Deneylerini bitirdikten sonra kuvarz şişeyi çıkardı ve içinde DNA’ları bıraktı. Ama laboratuvarına geri döndüğünde çok şaşırdı çünkü sanki DNA hala ordaymış gibi makinalar vida şeklindeki spiral içinde ışık fotonlarını algılıyorlardı. Ama doktor aslında DNA’yı makinadan çıkarmıştı. Bu spiral bir 30 gün daha gözlemlenebildi.
(Kaynak: “The Source of Investigations” David Wilcock. Sayfa 160-163)
Peki bu ne demek?
İnanıyorum ki yakın zamanda kanıtlara dayanan bu saptamaları güvenli bir şekilde yapabileceğiz:
-Uzay boşluğunun, birleşik alanın yapısı aslında bilgiyi, enerjiyi, ışığı muhafaza eder; ki aslında gerçekte bunların hepsi de aynı şeylerdir.
-Bu ayrıca şu anlama da gelir: DNA molekülü ve yapısı uzay-zaman yapısı ile rezone olmaktadır. Yani DNA’nın yapısı, bir şekilde, enerji yüklenmesiyle birlikte alanın kendisiyle etkileşime geçmesine uyumludur. Bu deneyde enerji hafif bir lazer idi. DNA molekülünün yeni ortamına alışabilmesi için gerekli kodlarla yanıt veren alanın kendisi olabilir mi?
-Bu süreç şunu gösterir: Bir dereceye kadar DNA molekülü biyolojik bir bilgisayar çipi gibidir; bizim biyolojimiz ile birleşik alan arasında bir ara yüzdür. Yani DNA’nın çok ilginç işlevlerinden bir tanesi de ışığı ( ki aslında bilgidir) muhafaza etmektir. Bu yapı uzay-zaman dokusunda gayet güçlü bir enerjik iz bırakır. Hatta belki o kadar ki, DNA’nın enerji depolama süreci, birleşik alan içinde zaten var olan bir enerji yapısını harekete geçirmiştir.
Bu kanıt aynı zamanda şunu da doğrular: Enerji/bilgi/ ışık depolayan DNA’mız arasında devam eden bir iletişim söz konusudur. Ama DNA’mız sadece alanı bilgilendirip insan enerji alanı üzerinde bir enerji izi bırakmakla kalmıyor, ayrıca bu alan da DNA’mızı geri dönüş olarak bilgilendiriyor.
Enerji odaklı evrimle alakalı sürekli artan bilgiye göre, tüm kodlar, izler ve bilgi direk olarak yaradılışın ortaya çıktığı enerji alanında muhafaza edilebilir; özellikle de ışığın içinde.
Bizler gençken ya da enerji alanlarımız temizken, kirlenmemişken, enerjimiz bu durumda evrenle rezone olur. Bu da bilincimiz ve evrensel bilinç arasında, DNA’mız ile alan arasında tıkanıklığı olmayan bir iletişime sebep olur. Bu iletişim bozulmazsa bizler zihinsel, ruhsal ve fiziksel sağlığın ta kendisi oluruz.
Eğer duygularımız negatif ve ahenksiz ise, o zaman alan ve DNA’mız arasındaki iletişim bozulur. Bu da tüm kanıtların gösterdiği üzere hastalıkların kaynağıdır.
Niyet alanı, bilinçli farkındalık, enerji, evrensel akıl..Uzayın sonsuz enerji yoğunluğunu her ne isimle çağırırsanız çağırır, şurası bir gerçektir ki, etrafımızdaki uzay enerjisi sonsuzdur. Başka bir deyişle, bu sevgidir. Çünkü adını koyabildiğimiz en büyük enerji budur.
Masaru Emoto’nun çalışması gösteriyor ki, kişinin enerjisi ne kadar pozitif, sevgi dolu ve müşfik ise, su kristallerindeki uyum derecesi o kadar fazladır. %75’i su olan vücudumuza bu pozitif enerjilerin neler yapabileceğini, bu kadar uyumlu enerjinin DNA’mız üzerindeki etkilerini bir düşünün. Bu enerji ile, kaynağımız ile, dolayısıyla da üst benliğimiz ile uyum içinde olduğumuzda, tüm negatifliği ve içimizdeki enerji bozulmasını temizleyen, akıl, beden ve ruh sağlığını gösteren enerjiyi içimizde muhafaza etmiş oluruz
“Her şey enerjidir. Sahip olmayı istediğiniz gerçekliğin frekansına uyumlandığınızda, bu gerçekliği yaşamaktan başka bir şey gelmez elinizden. Başka yolu yoktur. Bu felsefe değil, fiziktir.” –Albert Einstein
Çeviren : Sıdıka ÖZEMRE
Kaynak : http://truththeory.com/2014/04/05/the-human-energy-field-and-dna-how-you-choose-your-genes/
http://okyanusum.com/makale/insan-enerji-alani-ve-dna-genlerinizi-nasil-secersiniz/