Hira mağarası, Nur Dağı’nın zirvesinden 15 m. aşağıda dağın kuzeyine bakan tarafında yer almaktadır. İçerisinde bir kişinin kalabileceği kadar bir alan vardır. Mekke-i Mükerreme’ye bakan tarafında bir açıklık bulunmaktadır. Bu açıklıktan Kâbe-i Muazzama görülebilir. Ancak bu gün çevredeki yapılaşma nedeniyle sadece Mescid-i Haram’ın minareleri görülebilmektedir.
Mekke'de Hz. İbrâhim'in tebliğ ettiği dine tâbi olan bazı kimseler (Hanîf) recep ve ramazan gibi aylarda burada inzivaya çekilirlerdi; Hz. Muhammed'in dedesi Abdülmuttalib de bunlardan biriydi ve zaman zaman Hira'daki mağaraya çekilip kendini ibadete verirdi. Hz. Muhammed de muhtemelen otuz beş yaşlarında iken ramazan aylarında dedesinin inzivaya çekildiği bu mağaraya gidip gelmeye başladı. Özellikle nübüvvetin ilk müjdeleri kabul edilen sadık rüyalar gördüğü altı ay içerisinde yalnız kalmak istiyor ve bu mağarada tefekküre dalıyordu. Hira dağından her inişinde evinden önce Mescid-i Harâm'a giderek Kâbe'yi tavaf etmeyi âdet edinmişti; zaman zaman eşi Hz. Hatice'yi de beraberinde buraya götürüyordu. Nihayet kırk yaşına bastığı 610 yılı Ramazan ayının Kadir gecesinde sabaha karşı, daha önce hiç karşılaşmadığı Cebrâil ilk defa Hira'da, bütün ufku kaplamış ve bir taht üzerinde oturmuş halde Resül-i Ekrem'e aslî sûretinde görünmüş ve Alak süresinin ilk beş âyetinden oluşan ilk vahyi getirmiştir.
Mutasavvıflar, O’nun Nur Dağı’ndaki itikâfını, Hz.Musa’nın Tur Dağı’ndaki halvetiyle kıyaslarlar, inziva ve itikâfın önemini vurgulamak için Hira tecrübesine işaret ederler.
Hakikati arayış içerisinde olan Hz. Peygamber, câhiliyye’nin hüküm sürdüğü Mekke’nin hareketli hayatından uzaklaşıp, kendisini dinleyebilmek, kâinat hakkında tefekkür edebilmek amacıyla geliyordu Hira’ya. Orada inen ilk vahiylerle hem kendisini, hem de Rabbini bulmuştu. Çünkü O, vahiyle, Kur’an’la buluşmuştu.