Message
Arap yarımadasının kuzeyinde denizden 280 m. yükseklikte. Batnımekke [Bekke] adı verilen bir vadi üzerinde kurulmuştur. Merkezinde Kâbe'nin yer aldığı bu vadinin ortasındaki çukur alan (Bathâü Mekke). doğuda eteğinde Safâ ile Merve tepelerinin bulunduğu Ebûkubeys, batıda Kuaykıân. güneydoğuda Sevr, kuzeydoğuda Hira ve Sebîr dağlarıyla kuşatılmıştır. Mekke'nin çevresindeki bu dağlar şehrin savunmasını kolaylaştınrken, giriş çıkışı zorlaştırarak belli noktalarla sınırlamış, ayrıca Mekke'nin bir şehir olarak dışa doğru gelişimini engelleyip içe dönük kısıtlı bir alanda gelişme yolları aranmasına sebep olmuştur. Hac ibadetinin yerine getirildiği Arafat, Müzdelife ve Mina Mekke'nin doğusundadır. Kızıldeniz'e 75 km. uzaklıkta olan Mekke'nin deniz ulaşımı bağlantısı Câhiliye döneminde Şuaybe limanı vasıtasıyla sağlanıyordu; İslâmiyetle birlikte Cidde limanı da ek olarak kullanılmaya başlandı, daha sonra Şuaybe tamamen terkedildi. Kur'ân-ı Kerîm'de "ekin bitmeyen bir vadi" olarak nitelenen (İbrâhim 14/37) Mekke çevresi, çöl karakterli bir araziye ve bunun üzerinde görülen, dikenli bodur ağaç ve çalılıklardan meydana gelen cılız ve seyrek bitki örtüsüne sahiptir. Kurak ve sıcak bir iklimin hâkim olduğu Mekke, düzensiz yağışlar ve konumu dolayısıyla tarih boyunca birçok defa sel baskınına uğramıştır.
Kâbe'yi barındırması ve kutsal belde olarak kabul edilmesinden dolayı Mekke'ye birçok ad verilmiştir. Kurân-ı Kerîm'de Mekke (el-Feth 48/24), Bekke [Âl-i İmrân 3/96) ve yeryüzündeki bütün yerleşim birimlerinin merkezi ve müslümanların kıblesi sayılması sebebiyle Ümmülkurâ (el-En'âm 6/92; eş-Şûrâ 42/7) adlarının yanında, “güvenli yer" anlamında el-Beledü'l-Emîn (et-Tîn 95/3). "dönüş veya dönüş yeri" anlamında Meâd (el-Kasas 28/85) gibi adlar kullanılmıştır. Bunlann dışında Mekke'ye şehrin kutsallığına bağlı olarak "kâdise, makdese, harem, berre, salâh, el-beledü'l-harâm, ümmü'r-rahmân" vb. adlar da verilmiştir.
İlk dönem bazı İslâm coğrafyacılarının eserlerinde dünya, Kurân-ı Kerîm'de "şehirlerin anası” olarak vasıflandırılması ve Kâbe'yi barındırmasından dolayı Mekke'yi merkez alacak şekilde tasarlanmıştır. Buna göre dünya, merkezinde Kâbe'nin yer aldığı bir daire şeklindedir; yeryüzündeki ülkelerin her biri Kâbe'nin bir cephesine bakar. Dolayısıyla Kâbe'nin etrafından gerçekleşen tavaf dünyanın kendi etrafında dönüşünü sembolize etmektedir.
Mekke'nin Hz.İbrâhim ve ailesinin buraya gelmesinden önceki tarihi hakkında fazla bilgi yoktur. Sâre ile evlenen Hz.İbrâhim uzun süre çocuğu olmadığı için zaman zaman Allah'a yalvarmış ve "Rabbim! Bana sâlihlerden olacak bir evlât ver!" (es-Sâffât 37/100) diye dua etmiştir. Eşinin evlât hasreti çekmesine üzülen Sâre, ona Mısır'dan getirdiği câriyesi Hâcer'i ikinci eş olarak takdim etmiştir. Bu evlilikten Hz.İsmâil dünyaya gelmiş, fakat bir süre sonra Hâcer'i kıskanmaya başlayan Sâre, eşinden onu ve oğlunu evden uzaklaştırmasını istemiştir. Bunun üzerine bir süre tereddüt gösteren Hz.İbrâhîm, Allah'ın emri üzerine Hâcer ile lsmâil'i Mekke'ye Beytülharâm'ın bulunduğu yere götürülmüştür. O sırada tamamen ıssız olan Mekke'nin kupkuru vadisine getirilen Hâcer İbrâhim'e. "Bizi hiçbir ekinin bitmediği ve kimsenin yaşamadığı bu vadiye bırakıp gidecek misin?" diye sormuş, Hz.İbrâhim de bunu Allah'ın emriyle yaptığını ve böyle davranmaya mecbur olduğunu söyledikten sonra. "Ey rabbimiz! Ben soyumdan bir kısmını ekilebilir toprağı olmayan bir vadiye, senin kutsal evinin yanına yerleştirdim ki namazı dosdoğru kılabilsinler. Öyleyse insanlardan bir kısmının gönlünü onlara meylettir, kendilerine verimli ve bereketli rızıklar bahşet ki sana şükretsinler" (İbrâhîm 14/37) diyerek niyazda bulunmuş, Mekke'nin sâkinleriyle, hac için gelecek ziyaretçilerinin bu kutsal fakat çorak beldede geçinmelerini kolaylaştıracak ve buraya rağbeti sağlayacak imkânları sunmasını dilemiştir. Hz.İbrâhim'in duası kabul olmuş; Mekke tarih boyunca tamamı dışarıdan geldiği halde dünya nimetlerinin
en bol olduğu yerleşim birimlerinin başında gelmiştir.
Mekke'ye üç defa gelen ve sonuncusunda Kâbe'nin yapımının tamamlanmasının ardından, insanları hac için davet ederek Cebrâil'in kendisine öğrettiği şekilde bunu uygulayıp görevini tamamlayan Hz.İbrâhim, İsmâil'i burada bırakarak Filistin'e döndü. Zemzem suyunun bulunmasından sonra, anayurtları Yemen olan Cürhümlüler Hâcerden izin alarak Mekke'ye yerleştiler. Hâcer de onlar ve çevreden gelenlerle beraber Mekke'de yaşadı ve doksan yaşında vefat ederek Hicre defnedildi. Cürhümlülerden Arapça öğrenen Hz.İsmâil, bu kabileden bir kızla evlendi. Babasının vefatından sonra gerek Kâbe ve gerekse hac işlerine dair hizmetleri yürüttü; 137 yaşında vefat etti ve Hicr'e annesinin yanına defnedildi.
Mekke'de kısa sürede çoğalan ve önceleri Hz.İsmâil'in tebliğ ettiği dini benimseyen Cürhümlüler, zamanla tevhid inancından saptılar ve hâkim oldukları Mekke'ye gelenlere işkence yapıp zarar vermeye başladılar. Arim selinden sonra Mekke ve çevresine Güney Arabistan'dan gelen Huzâa ve Kinâne kabileleri şehre saldırarak Amâlikanın kolları İyâd ve Katûrâ ile Cürhümlüleri yenilgiye uğratıp Mekke üzerinde hükümranlık kurdular.
Huzâa kabilesinden Amr b. Luhay, Mekke ve Kâbe idaresini eline alınca tevhid geleneğini tamamen bozup şehirde putperestliği yaygınlaştırdı. V. yüzyılın ilk yarısında Hz. Peygamberin baba tarafından dördüncü dedesi olan Kusay b. Kilâb Mekke'ye hâkim oldu. Böylece Mekke ve Kâbe'nin yönetimi Kureyş'e geçti. Kusay'dan sonra bu görevi oğlu Abdüddâr devraldı. Ancak Kureyş'ln diğer kolları bu durumdan hoşnut olmadı ve varılan anlaşma sonunda Kâbe ile ilgili bazı görevlerle Dârünnedve yöneticiliği Abdüddârda kaldı; diğer bazı görevler Abdümenâfa verildi. Bu durum Mekke'nin fethine kadar devam etti.
Mekkeliler, şehirleri tarıma elverişli olmadığından geçimlerini yakın çevreleriyle sınırlı olan ticarî faaliyetlerle sağlıyorlardı. Abdümenâf b. Kusay tarafından başlatılan şehrin ekonomisini geliştirme faaliyetleri, oğlu ve Hz. Muhammed'in büyük dedesi Hâşim tarafından sürdürüldü. Hâşim, Kureyş'in Mekke ve çevresiyle sınırlı olan ticaretini daha geniş alanlara yaydı ve Kureyş süresinde beyan edilen yaz ve kış ticaret seferlerini (Kureyş 106/2) gelenek hâline getirdi. Mekkeliler, kışın Yemen ve Habeşistan'a, yazın Suriye ve Anadoluya giden ticaret kervanlarıyla bir yandan Bizans-Sâsânî rekabetinden faydalanmaya çalışırken. bir yandan da Kâbe'ye bağlı olarak düzenlenen hac merasimlerinden daha çok gelir elde etmeye gayret gösteriyorlardı. Mekke İslâmiyet öncesinde coğrafi konumu, ayrıca dinî ve ticarî bir merkez olmasından dolayı zaman zaman çeşitli devletlerin dikkatini çekmiş, bunlar şehri hâkimiyetleri altına almak için teşebbüslerde bulunmuşlardır. Çünkü Arap yarımadasını kontrol etmenin yolu büyük ölçüde Mekke'ye hâkim olmaktan geçiyordu. Habeş Krallığı'nın müstakil Yemen Valisi Ebrehe el-Eşrem, Arapların Kâbe'yi ziyaret etmelerini önlemek üzere San'a'da bir kilise yaptırmış, ancak amacına ulaşamayınca Kâbe'yi yıkrnaya, Mekke'nin dinî ve ticarî bir merkez olma özelliğini ortadan kaldırmaya ve San'a'yı Arabistan'ın merkezi haline getirmeye karar vermişti. Bu amaçla yola çıkan Ebrehe, ordusuyla Mekke yakınındaki Mugammes vadisinde konakladı. Bu arada küçük bir müfreze gönderip çevrede otlayan develeri ordugâha getirtti. Bunlar arasında Kureyş'in reisi ve Hz. Peygamberin dedesi Abdülmuttalib'in 200 devesi vardı. Ebrehe daha sonra Abdülmuttalib'e elçi göndererek onlarla savaşmaya gelmediğini ve yalnızca Kâbe'yi yıkmak istediğini, eğer engel olmaya kalkışmazlarsa kendilerine dokunmayacağını bildirdi. Abdülmuttalib, ordugâha gelerek sadece develerini isteyip Kâbe'nin yıkılmamasına dair bir istekte bulunmayınca şaşıran Ebrehe'ye, kendisinin develeriyle ilgilendiğini, Kâbe'yi merak etmediğini, onu sahibinin koruyacağını söylemişti. Ertesi gün harekete geçen Ebrehe ordusunun önündeki fil, Mekke'ye dogru hareket ettirilmek istendiğinde yerinden kımıldatılamadığı gibi askerler de üzerlerine taş yagdıran ebâbil kuşları tarafından yerle bir edildiler. Böylece Müzdelife ve Mina arasındaki Muhassir vadisinde ordusu helâk olan Ebrehe, kendisi gibi kurtulabilen bir kısım askeriyle birlikte Yemen'e dönmek zorunda kaldı. Kureyş kabilesi Mekke ve Kâbe için büyük önem taşıyan Fil Vak'ası'nı tarih başlangıcı olarak kabul etmiştir.
Hz. Muhammed Fil Vak'ası'ndan elli veya elli beş gün sonra 12 Rebîülevvel'de (17 Haziran 569; bir başka hesaplamaya göre 9 Rebîülevvel/20 Nisan 571'de) Mekke'de dünyaya geldi. Hz. Peygamber'in dedesi Abdülmuttalib, torunun şerefine bir yemek vermiş ve ona, gökyüzünde Allah'ın, yeryüzünde de insanların hayırla yâdetmesi için Muhammed adını verdiğini söylemiştir. Hz. Muhammed çocukluğunu ve gençliğini Mekke'de geçirdi; 25 yaşında Hz. Hatice ile evlendi, İbrâhim dışındaki çocukları burada dünyaya geldi. 610 yılı Ramazan ayında kendisine ilk vahiy nâzil olduktan sonra, on üç yıl boyunca Mekke'de İslâmiyet'i yaymaya çalıştı. Ancak Mekke müşriklerinin karşı koyması ve müslüman olanlara baskı uygulamaları sebebiyle Medine'ye hicret etmek zorunda kaldı. Müslümanlar burada her gün giderek gûçlendiler ve hicretten sekiz yıl sonra Mekke'nin fethi nasip oldu; tevhid inancının sembolü olan Kâbe putlardan temizlendi, bundan sonra İslâmiyet bütün Arabistan'da süratle yayıldı.
Hicaz Albümü - Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları