Message
Enerji Allâh’ın “kudret” vasfının kuvveden fiile çıkması hâlindeki adıdır. Yani “NÛR”dur. “Nûr” diye bahsedilen şey bir tür “salt enerji”dir.
Bu bilinçli enerji (kudret) -kozmik bilinç-, evrende var olan her şeyi kendisinden meydana getirmiştir.
Bir diğer ifade ile, bu kâinatta var olan her şey, O “RUH” adlı Meleğin gücünden, “O”nun ilmiyle meydana gelmiştir!
Varlıktaki tüm nesneler, yani kesitsel algılama araçları ile algılayabildiğimiz veya algılayamadığımız; tespit edemediğimiz ama akıl yollu varlığını kabul ettiğimiz bütün varlıklar, gerçekte hep meleklerin varlığından ibarettir.
Çünkü, evrende var olan her şey “enerji”den meydana gelmiştir... Yani, “nûr”dan meydana gelmiştir... Meleklerin varlığı da “nûr”dur; dolayısıyla, meleklerden meydana gelmemiş hiçbir şey yoktur!
“İnsan” denilen varlığın aslı, orijini de melektir!..
İnsanlar, cennete melekî yapıya dönüşmüş olarak gireceklerdir...
Cin veya bunların insanları saptırıcı türü olan şeytanların, İblis’in orijin hammaddesi de melektir!..
Cehennem varlıkları olup “Zebânî” adıyla tanınanlar da “melek”tir!
Ancak, insanın yapısının orijinalinin “melek” olmasına rağmen, nasıl insana “melek” denmiyorsa; aynı şekilde yapısının orijin boyutunda yer alan “melekî” alt yapısı dolayısıyla, cine, şeytana da “melek” denmez!..
Böyle denirse, bu diyen kişinin bu konuda yetersiz bilgisi olmasındandır...
Cehennemde ebedî kalacak insanlar ise, cin türü bir beden yapısıyla dalga (wave) bedenle yaşamlarını sürdüreceklerdir... Ki o yapının bir alt boyutunu da yine melekler meydana getirmektedir!..
Maddenin aslı da melektir!
Çünkü melekler, her şeyin varlığını oluşturan Allâh isimlerinin anlamlarının, soyut boyuttan somutluk ortamına geçişinde yer alan ilk bilinçli, kaynak varlıklardır!
Bu yüzden melek, kişinin kendi özünü, hakikatini, aslını, orijinini tanımada çok önemli bir boyut ve önemli bir katmandır!..
Esasen meleklerin türleri ve işlevleri hakkında söylenecek pek çok şey daha olmasına rağmen, henüz bu konuda yeterli taban oluşmadığı için; şimdilik bu kadarıyla yetinelim...
Bunların ötesinde, “Rasûl’e vahiy getiren varlık olarak”, öncelikle meleklerin varlığının kabul edilmesi zorunludur!..
Şayet siz meleklerin varlığını kabul etmezseniz, onların vahyini nasıl kabul edeceksiniz ki?..
Meleklerin vahyettiği Kitabı nasıl kabul edeceksiniz ki?..
Böyle olduğu için de meleğe iman, Allâh’a imandan hemen sonra ikinci sırayı almıştır.
Öte yandan, kendi aslını, hakikatini anlamak isteyen kişinin, meleği tanımadan, anlayıp idrak etmeden “Allâh”ı kavraması dahi zaten mümkün değil, anlayamaz!
“Melek” denen yapıyı, boyutunu tanımadan Allâh’ı tanımaya kalkarsa, o zaman tanrıya tapınmış olur!.. Düşüncesinde bir “tanrı” yaratır ve “o tanrıya”, “ALLÂH” ismini vererek, hakikatten sapmış olur!
Allâh’ı anlamak için, önce “melek” kelimesiyle işaret edilen veya bugünkü dille “salt bilinçli enerji” diye ifade edilen boyutu kavramak gerekir!.. O boyutu kavramadan Allâh’ı anlamak mümkün değildir!
İşte bu yüzdendir ki “MELEK” bahsi çok önemlidir.
Yapısı itibarıyla “nûr” diye vasıflandırılan enerji kökenli bu varlıklar; Allâh hangi ilâhî isimlerinin mânâlarının ortaya çıkmasını dilemişse, o mânâlara uygun özelliklerle bezenmiş, o ismin mânâsına uygun güçlerle güçlenmiş, o ismin mânâsını ortaya koymakla görevlendirilmişlerdir.
Dolayısıyla, varoluşunu sağlayan ismin mânâsı istikametinde manevî ve maddi sûreti vardır. Maddi derken bizim beş duyu boyutuna göre söylemiyorum! “Evrensel boyutlarda” diyorum!.. Bu konuyu beş duyunun getirdiği şartlanmalar kalıbı ile değil; akıl boyutu ile değerlendirmek ve idrak etmek zorundayız.
İşte mesela “Mumit” isminin açığa çıkışı... “Öldürür, yani bir hâlden başka bir hâle dönüştürür”!.. “Mumit” isminin mânâsının ağırlıklı olarak sûretine bürünmüş melek, “Azrâil” ismi ile tanınmıştır.
Burada anlaşılması gerekli çok önemli bir husus daha vardır...
“Melek”ler de, “insan”lar gibi “Esmâ terkipleri”dirler!.. Tek bir ismin açığa çıktığı birimler değil!..
Yani, “melek” denilen varlıklar da ana yapılarının mahiyeti itibarıyla “Allâh” isimlerinin bir bileşimidirler... Ne var ki, bileşimlerinde bir veya birkaç ismin mânâsı büyük ağırlıklı olarak açığa çıkmaktadır...
“Mumit” isminin mânâsı ağırlıklı olarak mevcut olan bir bileşim, kuvveden fiile çıktığı zaman “nûr” diye bahsedilen, enerji boyutunda bir varlık, bir birim oluşturulmuş ve buna da “Azrâil” denmiştir... Ki görevi “ölüm” denen “dönüştürme” olayını oluşturmaktır...
Sadece insanın ölümünü Azrâil’e bağlamak son derece yanlış ve sınırlı bir anlayıştır... İlkel bir yaklaşımdır!
“Azrâil”in görevi; bir yapının varlığına son verip, o yapının son buluşu ile birlikte, ikinci bir yapının başlangıç ortamını sağlamaktır.
Ancak ikinci yapıyı başlatan Azrâil değildir...
İkinci yapıyı başlatan, “EL BÂİS” isminden oluşan melektir!
Azrâil, ölümü tattırır; yani o birimin mevcut yapısıyla alâkasını keser; o yapıyla alâka kesilmesinin hemen akabinde, “BÂİS” isminden var olmuş melek görevi alır, o birimin yeni yapısını meydana getirerek, ikinci anda o yapı ile o varlığı meydana getirir.
Burada enteresan ve fark edilmesi önemli olan bir husus daha var, “BÂİS” ismi ağırlıklı meleğin göreviyle ilgili... O da şu...
Bazı varlıklarda -mesela insan gibi- “BÂ’S” meleğinin görevi daha o varlığın ilk oluşum safhalarında başlar... Mesela, ana rahminde 120. günde “BÂİS” ismi mazharı melek tarafından o ceninin özünden kaynaklanan bir biçimde -dıştan değil-, “RUH” meydana getirilir!..
Ayrıca ölüm anında da, yine bu “Melek” tarafından bilincin ruhu kullanması sağlanır!..
Elbette bu bizim müşahedemizdir ki, iman edilmesi zorunlu noktalar arasına girmez!
Şimdi dikkat edin, sade insan değil, bütün canlılar; yani evrendeki her nesne canlıdır, dolayısıyla bütün varlıkların sonsuza dek yaşamları devam eder.
Çünkü; evrende var olan bütün varlıklar Allâh’ın varlığı ile kaîm varlıklardır.
Allâh’ın varlığının sonu olmadığına göre; “O”nun varlığından oluşmuş bulunan bilinçli varlıklara son düşünülmesi de “hükmî”dir, “indî”dir, “lokalize”dir, “an”lıktır!
O bilinçli varlık, daha sonra;
“O HER AN YENİ BİR ŞAN’DA (oluşta)DIR.” (55.Rahmân: 29)
Âyetinin işaret ettiği mânâda, yeni bir yapıya dönüşerek, bir üst ya da alt boyutta -ama asla geldiği boyuta geri dönmeksizin- yaşamına devam eder.
“…HİÇBİR ŞEY YOK Kİ, O’NUN HAMDI OLARAK, TESPİH ETMESİN! FAKAT SİZ ONLARIN İŞLEVİNİ ANLAMIYORSUNUZ!” (17.İsra’: 44) diyor âyeti kerîmede de...
Niye?..
Çünkü hiçbir şey hariç olmamak üzere, her şey canlıdır, şuurludur, diridir, varoluş gayesine göre, canlı ve şuurlu olarak tespihini, zikrini yapmaktadır.
Sen sadece olaya beş duyunla baktığın için olayı çözümleyemezsin.
Kaynak : Akıl ve İman - Ahmed Hulusi