Message
“Risâlet” boyutu aslında hepimizin nefsinde var olan bir mertebe ya da katman... Ancak bizlerin kendini o boyutta bulup hissedebilmesi mümkün değil! Enfüs derken senin bedeninden zâtına giden bir derinlikte demek istiyorum...
Bütün Nebilerin ve Rasûllerin görev yapmalarını oluşturan “Risâlet Boyutu”, senin varlığında katmansal olarak mevcut!..
Ancak, senin bilincin o boyuta ulaşamadığı için, bulunduğun boyutun yani mertebenin kemâlâtıyla yaşamına devam ediyorsun...
O Risâlet boyutuna ulaşabilme istidatına sahip bilinç ise, Cebrâil’in o boyuttan ve frekanstan kendisiyle iletişim kurması sonucu Nübüvvet görevi ifa etmeye başlıyor...
Ayrıca, senin varlığında İsevî, Musevî, İbrahimî, Âdemî boyutlar mevcut...
Bu ne demektir?..
Yani, bu Nebi ve Rasûllerin ortaya koymakla görevlendiği hakikatler, esas olarak senin varlığında da mevcut!.. Ancak, sen varlığındaki bu hakikatleri keşfedemezsin... Ama sana özündeki bu hakikatlerden bahseden bilgi, bir Rasûl aracılığıyla ulaşırsa; işte o takdirde kendinde mevcut olan bu bilgileri değerlendirebilirsin, demektir...
İşte bu yüzdendir ki, namazda “et tahıyyatu”yü okurken; sen “et tahıyyatu lillâhi ves salâvatu vet tayyibatu” dedikten sonra; sana gelen hitabı da sen seslendiriyorsun:
“Es selâmu aleyke eyyühen Nebiyyü ve rahmetullâhi ve berekatuhu” diyorsun...
Şimdi burada dikkat edilmesi ve fark edilmesi son derece gerekli, önemli bir incelik mevcut...
Hz. Muhammed bu konuşmayı “Mi’râc”ta yapmıştı da; sen de onu takliden bunları söylüyorsun; değildir olay!..
Hatırlayalım ki...
“Namaz müminin mi’râcıdır”!
Şayet, “namazın mi’râc” olursa, eğer sen de aynı olayları yaşıyabilirsen, o “mi’râc”ın neticesinde aynı şeyler senin için de oluşabilir... Yani, takliden yaptığın şeyin tahkikine erebilirsin... Yani bilinçsizce okuduğun şeylerin hakikatini yaşaman sonucunda, senin için kapasitene göre belirli idraklar ve hâller yaşanır...
Şunu kesinlikle bilelim ki!..
Dinde mevcut olan hiçbir şey, geçmişteki bir olayı “anma-hatırlama programı” değildir!..
Şayet o şeyin yapılması önerilmiş ise, yapılacak o şeyin, bilfiil yapan kişiye getireceği birtakım yararlar söz konusudur!..
Mesela Hz. Muhammed Mustafa (aleyhisselâm)’ın mi’râcta ulaştığı son noktada okuduğu “Et tahıyyatu” diye bilinen tâzim ifadesini ve buna alınan cevabı, biz -falanca yerin bilmem kaç sene evvelki kurtuluşunu anma gününü kutlar gibi- mi’râcı kutlamak için tekrar etmiyoruz!..
Anlamaya çalışalım...
“Namaz”dasın ve “mi’râc”ı gerçekleştirdin... Bunun sonucunda hitap ediyorsun:
“Et tahıyyatu lillâhi, ves salâvatu ve tayyibatu!..” diyorsun...
Ve buna karşılık Allâh’tan hitap geliyor özünden, Zât’ından kaynaklanan bir biçimde ve o anda “söyler dilin oluyor”;
“Es selâmu aleyke eyyühen Nebiyyü ve rahmetullâhi ve berekatuhu”!..
Burada daha fazla derine girmek istemiyorum...
Ancak bilelim ki, sende o Nübüvvet katmanı ya da bir başka ifadesi ile o boyut, potansiyel olarak mevcut! Ve o boyut, sende açığa çıktığı takdirde “Nebi” olabilirsin!.. Ne var ki, bunun kendisinden sonra bir daha gerçekleşmeyeceğini de Hz. Muhammed bildirmiştir!..
Hepimiz, netice olarak aynı, Allâh isimlerinden meydana geldiğimiz için, Zât ve Sıfat mertebeleri itibarıyla, hepimizde aynı kemâlât basamakları veya katmanları potansiyel olarak mevcuttur!..
Gerek Allâh Zât’ı ve gerekse varoluşun tüm mertebeleri boyut boyut, katman katman varlığımızda mevcuttur!.. Ne var ki bu kemâlâtın açığa çıkması için yapımızı oluşturan isimler bileşiminin elvermesi zorunludur!..
İnsanlar, hakikatleri itibarıyla hep aynı kemâlâta sahip olmalarına rağmen, aralarında mertebe farklarının olmasının sebebi de işte bu inceliktir!..
Özümüzdeki Hakikat ve Maarifi Billâh kemâlâtını, Esmâ bileşimimiz dolayısıyla açığa çıkaramamamız, mertebe farklarını oluşturmaktadır...
Esmâ bileşiminin oluşturduğu “ben”lik ortadan kalkmadan, “sen”, “O”nu fark edemezsin!.. Varlığındaki “O”nu fark ettiğin, gördüğün anda da, gören kendisi olur ve “sen” kalmazsın!.. “Sen” varken de, o boyut ortaya çıkmaz!..
Hani bu neye benzer?..
“Kale Rabbi eriniy...”; “Bana görün Yâ Rabbi..!”
Deyince, Hz. Musa’ya cevap geldi:
“Kale len teraniy...”; “SEN, BENİ GÖREMEZSİN YÂ MUSA!..” (7.A’raf: 143)
Yani, “Musa var olduğu sürece, Musa ‘Allâh’ı göremez”!..
Allâh açığa çıktığı zaman da Musa kalmaz!..
Dolayısıyla, “Et tahıyyatu...” okunurken, “sen” ortadan kalktığın zaman, ilâhî hitap sendeki “Nebi”ye gider!..
“Sen var” olduğun zaman ise, o hitap sana ulaşmaz!.. Çünkü, o hitap “Nebi”yedir.
“ES SELÂMÜ ALEYKE EYYÜHEN NEBİYY”... diyor. “Sen” “var” sayıyorsan kendini, o hitap “sen”de kalır, Nebiye ulaşmaz; dolayısıyla sana ulaşmaz!
İşte ilâhî hakikati tanıma, “Allâh’a erme”, “Allâh’a vâsıl olma” dediğimiz aşamalar içinde Rasûle iman, Nebiye iman bu yüzden çok önemlidir.
Ayrıca burada şunu da düşünmek lazım... Niye “Nebi”ye iman değil de “Rasûl”e iman?..
Neyse, bu da ayrı bir konu!.. Onu da isterseniz siz düşünün!
Kaynak : Akıl ve İman - Ahmed Hulusi