“Edepsiz kemâl olmaz” yani edep olmadan kemâl olmaz demişlerdir... Burada kemâlden murat, “Mutmainne” bilincidir.
“Edep”, gerçekte, bizim bugün anladığımız mânâda karşındakine hürmet etmek, el-etek öpüp boyun kesmek değildir... Biz, edebi çok dar, kısıtlı ve sınırlı anlıyoruz.
Beşiktaş’taki Yahya Efendi Dergâhının girişinde şu yazılıdır:
“Edep Yâ Hû!..”
“Edep” haddini bilmektir!
“Edep” hakkını vermektir!
Her şeye karşı, olması gereken bir edep vardır...
Daha dar mânâda ise;
“Edep”sizlik, özellikle “Mülhime”de başlar. Her ne kadar “Levvâme”de kısmen varsa da edepsizlik hâli; edebe riayet etmeme hâli, özellikle “Mülhime”de oluşur...
Bir yönüyle “Edep” kelimesinden murat, “Nefs”in tabiata tâbi olmamasıdır!
Çünkü Nefs, aldığı ilhamlar sonucu, kendi hakikatine yönelip, Rubûbiyetin hakikatini idrak etmeye başladığında, zamanı Rubûbiyet hakikatleri ve sırları ile dolu geçer. Bilinci bununla meşgûlken, beden de doğası gereği kendi hükmünü icra ederek, dilediği gibi at koşturmak ister... İşte, Nefsin bedenin doğası gereği arzularına tâbi olması hâli, “Edepsizlik” diye anlatılan hâldir!
Bedenle, “tabiatla mücadele” hâli, “edep edinme” hâli diye tarif edilmiştir.
Bu yüzdendir ki “Edep” olmadan “Mutmainne” hâli olmaz! Ve kişi, “Velî ”olamaz!..
“Edepsiz kişi velî olamaz” derler ki, bunun mânâsı budur!
Bu ifadeyi dar mânâda anlayıp da, çevrendekilere hürmet etmek diye yorumlamak çok yanlış ve hatalıdır...
İşin hakikatine ermek, velâyet sırlarına vâkıf olmak, Allâh’a yakîn elde etmek için, ne pahasına olursa olsun, Nefs’in bilincini arındırması ve bedenin tabiatına tâbi olmaktan kendini kurtarması zorunludur!