Message
Âhiret nedir, kaç türlüdür? “Âhiret” genel anlamda, dünyadan sonraki yaşantı, dünya hayatından sonraki yaşam boyutu anlamında kullanılır.
Âhir isminden türemiştir. Âhir; sonrası, sonu mânâsına gelir. Sonunda mevcut olma, mânâsına da alınabilir. Bir diğer mânâ da, her şeyin sonu olma şeklindedir.
Her şeyin sonu, âhiri!..
İnsanın bedeninin sonu yani “âhiri”, topraktır!..
Ruhların sonu ise âhirettir!.. Yani, sonraki âlem, ölüm ötesi yaşantı!..
Peki bu âhiret âlemi, Dünya’daki bütün insanlar ölüp bittikten sonra, Dünya’nın kıyameti koptuktan sonra gidilecek bir âlem midir?.. Hayır!
Âhiret âlemi, kişinin fizik-biyolojik ölümü tattığı andan sonra, bedenin duygularının ortadan kalkıp; ruh olarak yaşamaya başladığı andan itibaren, içinde bulunduğu boyutun adıdır!..
Fizik bedensiz olarak içinde bulunduğun, yaşadığın boyutun adı âhirettir. Âhiret iki devredir:
Âhiretin birinci devresi, “Berzah” (geçiş) âlemi veya “Kabir” âlemi diye tarif edilen devredir. İkinci devresi, kıyamet ve sonrası diye belirtilen devredir.
Bunlardan “Berzah” âlemi veya “Kabir” âlemi diye tarif edilen devre; geçiş devresidir, sırf ruhanî bir yaşantıdır.
Kıyamet sonrası dediğimiz hayat ise, o boyutun şartlarına göre ruhun kesafet kazanarak, yeni bir “bedenleşme” olan devredir!.. Kıyametten sonra ruhun yaşantısı, ruhun kesafet kazanarak, bedenleşerek bu hâli ile yaşayacağı bir devredir.
“Vel ba’sü ba’del mevt”; ölümü tadıp fizik-biyolojik bedeni terk ettikten sonra hayatın RUH ile yani bir tür holografik dalga bedenle devam ettiğine iman etmektir!..
Diri Diri Gömüleceğinizi Biliyor musunuz?..
Diyelim ki yatıyorsunuz yatağınızda!.. An be an tükenmekte olduğunuzu fark ediyorsunuz. Kâh dalıyorsunuz rüya gibi bir görüntü. Kâh eski hatıralar, kâh yeni umutlar...
Sonra bir an geliyor. Kolunuzu kaldırmak istiyorsunuz, kalkmıyor!.. O ne?.. Kumanda edemiyorsunuz kolunuza!.. Felç mi geldi ne!?? “Hey!” demek istiyorsunuz ama diyemiyorsunuz!..
Kızınız bir anda üstünüze kapanıyor, haykırıyor!
-Öldü! Annem öldü!.. Anne, bırakma bizi!
Bağırmak istiyorsunuz.
- Hayır!.. Hayır ben ölmedim.
Ne çare!.. Ne ağzınızı oynatabiliyorsunuz, ne de sesiniz çıkıyor!..
Bu arada odaya doluşuyor yakınlarınız. Hepsi gözü yaşlı, hepsi kederli, hepsi göğüslerinde yumru yumru düğümler!..
Doktor?.. Ne yararı var?!.
Başınızda toplananlara karşılık, kendinizde bir serbesti hissediyorsunuz!.. Ayağa kalkıp odada dolaşmaya başlıyorsunuz!..
Onlara demek istiyorsunuz, “Ben ölmedim, aranızda dolaşıyorum, yavrum kızım ne olur ağlama!” Ama boş!.. İrtibat kesik!..
Kızınız, yakınlarınız perişan hâlde; ağlayış-haykırışları sizi de oldukça perişan ediyor!..
Bir şeyler yapmak, onlara ulaşmak istiyorsunuz, mümkün değil!.. Ne dokunabiliyorsunuz; ne konuşabiliyorsunuz; ne de herhangi bir eşyayı oynatabiliyorsunuz!..
Oturuyorlar, başucunuzda dualar etmeye başlıyorlar. Hakkınızda konuşmaya koyuluyorlar, şöyle iyiydi, böyle iyiydi!..
Sonra bu fasıllar bitiyor. Sizi yıkıyorlar ve tabuta koyuyorlar. Bunları hep görüyorsunuz!..
Ve sizi yüklenip mezara getiriyorlar. Açılmış bir mezar ve...
DİRİ DİRİ MEZARA KONUYORSUNUZ! DİRİ DİRİ GÖMÜLÜYORSUNUZ!..
Şu andaki mevcut aklınızla, idrakınızla, duygularınızla yaşayan biri olarak!.. Ve üstünüze atılan toprakla beraber orada toprağın içinde hapis kalmanın korkunç ızdırabını tatmaya başlıyorsunuz!..
Hatırlayalım şu meşhur hadîs-î şerîfi:
“İNSANLAR UYKUDADIRLAR; ÖLÜMÜ TADINCA UYANIRLAR!..”
Hz. Osman (radıyallâhu anh) bir kabrin başında durduğu zaman sakalı ıslanıncaya kadar ağlardı. Kendisine, “Cennet cehennem anılınca ağlamıyorsun da, burada mı ağlıyorsun?” denildiğinde ise şu cevabı verirdi:
Rasûlullâh (sallâllâhu aleyhi vesellem)’den duydum ki:
- Kabir, âhiretin konak yerlerinden ilk konak yeridir. Eğer ondan kurtulursa kişi, gerisi daha kolaydır!.. Şayet kurtulmazsa, gerisi daha ağırdır!.. Her ne (korkunç) manzara gördüm ise, kabir ondan daha korkunçtur”!.. (Tırmizî)
Kişi beden üzerindeki tüm tasarrufundan kesildi, beyin durdu; ve bozulmaya yüz tutan beden mezara konuldu. Sonra…
İbn-i Ömer (radıyallâhu anh)’tan şöyle naklolunuyor:
- Ölünün dünyadan alâkası kesildiği zaman, oturma yeri kendisine gösterilir; cennet ehli ise cennet ehlinden olarak; ve cehennem ehli ise cehennem ehlinden olarak. Ve sonra “Allâh seni kıyamet gününde yeniden mahşere kaldırıncaya kadar oturma yerin işte burasıdır” denilir.
Evet bu kabirde, kıyamete kadar kalma olayını daha geniş görelim şimdi de:
Ebu Hureyre (radıyallâhu anh) naklediyor:
Rasûlullâh (sallâllâhu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu:
- Ölü -ya da sizden biri- defnedildiği zaman ona siyah ve mavi iki melek gelir! Birine Münker, diğerine Nekir denir. Müteakiben o iki melek sorar:
- Bu adam hakkında ne dersin?..
Bunun üzerine o (yaşarken ki) kanaatini aynen söyler:
-O Allâh’ın kulu ve Rasûlüdür. Allâh’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in de O’nun kulu ve Rasûlü olduğuna şehâdet ederim.
Bunun üzerine o iki melek:
-Senin böyle söylediğini esasen biliyorduk, derler.
Sonra onun kabri yetmiş arşın kare genişletilir, sonra aydınlatılır ve kendisine “Uyu” denilir. O da,
-Dönüp aileme haber vereyim mi? der.
Melekler de:
- Gelin-güvey gibi uyu ki, onu ailesinden en çok seven kişi uyandırır, derler.
O kişi, Allâh onu yatağından mahşere kaldırıncaya kadar (uyur).
Şayet münafık ise:
- İnsanların “Ona Rasûldür” dediklerini işittim ve ben de aynı şeyi söyledim. Ama bilemiyorum?.. diyecek.
Bunun üzerine o iki melek:
- Senin esasen böyle söyleyeceğini biliyorduk, diyecekler.
(Sonra toprağa) “çullan üzerine”, denilecek. Toprak onun üzerine çullanır; yan kaburga kemikleri yerlerinden oynar ve Allâh onu yatağından mahşere kaldırıncaya kadar toprakta devamlı azap içinde kalır! (Tırmizî)
Tüm yaşamınızda, kendinizi bir beden kabul etmenizin tabii sonucu olarak ister istemez yaşanacak kaçınılmaz sondur bu!..
Nasıl rüyanızda bütün gün kafanızı meşgûl eden şey, otomatik olarak rüyanıza girer ve o şeyden rüyanızda kurtulamazsınız!..
Nasıl görülen kâbusu değiştirmek elinizden gelmez ise. Yaptıklarınızın ya da yaşadıklarınızın tabii sonucu ise kâbus; aynı şekilde, kabir hayatı da, dünyada yaşadıklarınızın, edindiğiniz duyguların ve şartlanmaların otomatik olarak görülecek sonuçlarının yaşandığı bir ortamdır!
Eğer Dünya’da şuurlu bir şekilde, bedenle ilişkiniz kesilerek yaşamınıza devam edeceğiniz kabir hayatına hazırlanmamışsanız; kaçınılmaz bir şekilde bu âkıbet ile karşılaşacaksınız!..
Burada bir soru gelir akla... Mezara gömülen, bu âkıbet ile karşılaşacağına göre, mezara gömmesek de yaksak?..
Yakmak daha da korkunç netice verir!.. Zira kabirde belki elli, belki yüz belki iki yüz sene, beden çürüyüp dağılana kadar bu ızdırap çekilecek. Ama yakılırsan..? Diyelim ki, cesedin yakılıyor!.. Sen esasen ölmemişsin, yaşıyorsun!.. Bu durumda yandığını görüyorsun ve bunun manevî azabını yaşıyorsun!.. Rüyada yandığını düşün bir kâbus hâlinde!.. Ve yanma olayı ile birlikte sayısız kereler aynı olayı yaşayarak sürekli bir azap söz konusu senin için!.. Belki tâ kıyamete kadar!..
Ya da suya attılar. Düşün rüyada suda boğulma hâlini!..
Yine en ehveni, toprakta bedenin çürüyüp yok olması!.. Ki bu tarz dince gelenekleştirilmiş!..
Ya bütün ölenler kabirde hapis mi?..
Hayır!..
Ölenler iki grupta mütalaa edilir:
Birinci gruptan olanlar “Şehitler” yani “fiysebilillâh Allâh için” can vermiş olanlar. Ve dünya hayatı içinde iken “Ölmeden önce ölmek” sırrını yaşamış olan velîler!.. Bunlar ölümle birlikte ilk anda mezara girerler, burada meleklerle karşılaşıp, gereken imtihandan geçtikten sonra kıyamete kadar hürriyetleri verilir ve serbest olarak gezer dolaşırlar.
İkinci grup; bunlar çeşitli eksiğiyle kusuruyla yaşamış olan müslümanlar ile gayrımüslimlerdir. Birinciler belli bir kabir azabından sonra cennetteki yerlerini görmek suretiyle müjdelenirler ve kıyamete kadar uyurlar. Güzel rüyalarla yaşamlarını devam ettirirler gene kıyamete kadar. Diğerleri ise kabir azabından sonra uyurlar ve kâbus türü rüyalarla kıyamete kadar orada yaşarlar!..
Kişi, ölümü tadıp, dalga bedeniyle başbaşa kalıp mezara konulduğu anda çok büyük azap çeker. Niçin?
Düşünün... Normal şartlarda, gündüz şu biyolojik bedenle yaşıyorsunuz. Ama buna rağmen uyuduğunuzda, görmekte olduğunuz rüya ve kâbusta, kendinizi nasıl hissediyorsunuz?.. Bu ruh beden ya da manyetik beden diyebileceğimiz bir yapı ile değil mi?..
İstediğiniz kadar siz gündüz fizik bedenle yaşamış olun, rüya devresinde bu bilinciniz hiçbir işe yaramıyor!.. Ve kendinizi, o rüya içinde sanki bir manyetik bedenmiş gibi hissetmekten alıkoyamıyorsunuz!..
İşte bu sebeple de, gördüğünüz kâbuslar, o “ruh beden” sanısı içinde olan size, cehennem hayatı yaşatıyor.
Oysa, o anda biyolojik bedeninize hiçbir zarar verilmiyor; belki de kuştüyü yastık, pamuk yatak üstünde, atlas yorgan altındasınız!..
Normal şartlarda beyniniz, hangi şartlanmaların tesiri altına girmiş ise… Beyniniz hangi ışın tesirleri altında, hangi tür düşünceleri oluşturacak biçimde açılmış ise… Ne tür duygularla kayıt altında iseniz… Bunların sonucunda oluşacak güzel rüyalar ya da kâbuslar içinde olursunuz uykunuzda!..
“ÖLÜM UYKUNUN KARDEŞİDİR!..”
İşte ölüm ötesi yaşantının bir kısmı da bu türdendir!
Beyinde şu anda mevcut olan tüm açılımlar ve bunun neticesinde sizin kendinizde bulduğunuz ya da farkında olamadığınız tüm özellikler, aynen astral bedeninize ya da bir diğer ifade ile ruhunuza yüklenmiştir!..
Ölüm denen olayla birlikte yaşamınız, bu “bir tür holografik ışınsal beden” bilincinde, son andaki şuur düzeyinizle devam eder. Bir farkla ki:
Dünya’da, beynin madde şartları dolayısıyla perdelendiğiniz pek çok şeyi, bu “ruh beden” boyutunda apaçık görebilirsiniz.
Yani GÖRÜŞÜNÜZ KESKİNLEŞİR!..
İşte bu durumda, içinde bulunduğunuz şartları, geleceğe dönük olarak başınıza gelecekleri, Dünya’nın âkıbetini çok iyi fark edersiniz!..
Ve dahi fark edersiniz ki dünya yaşamı sırasında belirli güçleri elde edememişsiniz!.. Ve “beyin” sermayesini, “yükleyicisini” de bir daha asla elde etmek mümkün değildir!..
Her ruh beden-manyetik beden, ancak kendi beyni tarafından açılımlara erişebilir ve bir başka beyin tarafından yeni açılım alamaz!..
Bu sebeple, öldükten sonra, yani beyniniz çalışmaz hâle geldikten, bozuma geçtikten sonra, artık yeni imkânlar elde etmenize olanak kalmamıştır!
Bu gerçekleri o anda idrak ediş, kişide öyle bir pişmanlık meydana getirir ki, bunun tarifi asla mümkün değildir!..
Önünüzde sonsuz bir yaşam!.. Siz ise tüm imkânlarınızı beyninizle birlikte dünyada bırakıp; ne toplayabilmişseniz onunla bu yaşamın eşiğindesiniz!..
Ve artık sizin için yeni bir dünya başlıyor!..
Ne var ki, bu dünyada, aynen rüyada olduğu gibi olaylara isteğinizce yön verebilme imkânından mahrumsunuz!..
Dünya yaşamında o yeteneği elde edemediğiniz için, bugün artık tamamıyla o ortamın olaylarına tâbisiniz!..
Ve hazırlanamadığınız ölçüde buyrun, sonu gelmez, uyanılmaz kâbuslara!..
İşte, “kabir cehennemi” diye anlatılan âleminizin oluşum şekli…
O yüzden Hz. Rasûlullâh diyor ki;
“Kişi mezara girdiği zaman öyle bir haykırışla haykırır ki; arşa kadar bütün varlıklar işitir; insden ve cinden maada.”
O içinde bulunduğu pişmanlıkla! O kişiye her gün kabrinde cehennemden bir pencere açılır, sen cehennemliksin senin gideceğin yer burasıdır, cennetten de bir pencere açılır cennet gösterilir. Sen burayı kaybettin denir ve bu şekilde ona büyük bir azap olur.
İşte bu da kendisinin elde edeceği kuvvetlerle varacağı cehennemin müşahedesi ile olur!.. Bu, avamın durumudur!
Ve yahut da bu kişi mümin birisi ise, yani belli çalışmalar yaparak gitmişse, aksine o da hem cennette gideceği yeri görür; hem de cehennemden kurtuluşunu görür!
Ona da hadisin öbür şekli karşılık verir!.. Sen cehenneme gidecektin, fakat yaptığın şunlar karşılığında bu cehennemden azât oldun denir! O da cehennemdeki yeri görür, fakat kurtulmuştur!..
Cennet ve cehennem bundan sonra konumuza giriyor.
Burada, kabir cenneti veya kabir cehennemi tarif ediliyor. Hakiki cennet ve cehennem değil!.. Bunu, yani cennet ve cehennem bahsini daha ileride inceleyeceğiz.
Bir de burada belli ruhanî güçler elde etmiş olanlar var. Berzah âleminde…
Mesela, velîler!
Bu yüksek dereceli velîler; yani hakikate ermiş, hakikati yaşama durumuna girmiş; terkip değişiklikleri oluşmuş ve bu terkip değişiklikleri sonunda, kendindeki bazı ilâhî kuvvetleri keşfetmiş ve o kuvvetlerle tahakkuk etmiş olanlar var!
Bunlar, o âlemde kendi aralarında görüşürler. Bir araya gelirler, çeşitli konularda fikir alışverişi yaparlar, birbirlerine kendilerindeki değişik tecellileri anlatırlar; değişik müşahedeler üzerinde tartışmalar yaparlar.
O âlemin kendine has bazı işlemleri vardır. İşlemler üzerinde de belli bir vazife taksimi vardır, bunların ileri gelenleri arasında.
O âlemde belli düzeye gelmiş, belli konular açılmış, belli noktalarda takılmış kişiler vardır.
Bunların orada eğitimi yapılır. Yani onlar orada eğitilir, belli şeyler idrak ettirilmeye çalışılır. Anlayamadığı noktalar atlatılır vs... Onlar da böylece bir durumda devam eder. Yani oranın da kendine göre belli bir idare kadrosu vardır. Nasıl Dünya’da, 4’ler, 7’ler, 12’ler, 40’lar diyoruz! Bunun mukabili olan, oranın da kendine has bir kadrosu vardır.
Kıyamet
Bundan sonra kıyamet dediğimiz devre gelir, yani âhiretin ikinci devresi.
Bu ikinci devre kıyametle birlikte oluşur.
Kıyamet ne zaman?
Bunun hakkında dinî kaynakların hiçbirinde, herhangi bir zaman verilmemiştir. Verilmediği için, şu anda bizim de burada bir şey söylememiz câiz olmaz!..
Belli hadislerden faydalanarak; kıyamet koptuğu anda, Dünya’da yaşamış olan bütün insan ruhlarının o ortama özel bir beden ile Dünya üzerinde olacağını; Dünya üstünde hepsinin bir araya geleceğini; cehennemin melekler tarafından çekilerek getirilip, bütün Dünya’yı kuşatacağını, Dünya’nın üzerinden, cehennemi aşıp cennete ulaşacak biçimde bir köprü oluşacağını; insanların bu geçitten geçebilenlerinin cennete ulaşacağını; geri kalanların da cehenneme düşeceğini söyleyebiliriz.
Şimdi köprü denince aklımıza hemen bir boğaz köprüsü geliyor!.. Ya da başka türlü bir köprü mü kurulacak?
Hadiste de Hz. Rasûlullâh,insanlara o meseleyi anlatabilmek sadedinde misal veriyor;
“Köprünün üzerinde çengeller vardır. Mesela bir kişi dünyada namazını kılmamışsa namazla ilgili çengel uzanır, o kişiyi yakalar cehenneme atar veya oruç eksiği varsa, orucunun eksiği dolayısıyla o kişiyi kapar oruç çengeli, cehennemde cezasını çeker ve sonra cehennemden çıkar” diyor. Buradaki tâbir, mecazî bir anlatım!
Mesela, ben bunu size şöyle anlatmaya çalışayım. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Amerikalılar Berlin’e hava köprüsü kurdular ve hava köprüsü ile pek çok yiyecek, giyecek ve insan taşıdılar. Şimdi “hava köprüsü” deyince, aklınıza Boğaziçi köprüsü gibi bir köprü geliyor ve Amerika’dan Berlin’e kadar böyle bir köprü kurulmuş!.. Hayır!.. Amerika’dan Berlin’e uçaklar sürekli çalışarak, oraya gerekli ikmali yaptılar!..
Bunun gibi, Dünya’nın üzerinden de insanlar, kendi çalışmalarına göre elde ettikleri kuvvetleri kadar bir güçle kaçmaya başlarlar. Çünkü Dünya, o anda cehenneme gidiyor, Güneş’in içine girecek; Cehenneme düşecek insanlar Dünya’dan kaçacaklar; herkes kendi gücüne göre kaçacak.
“Sıratı geçenlerin kimisi şimşek gibi geçer, kimisi deve hızıyla geçer, kimisi koyun hızıyla geçer, kimisi at hızıyla geçer, kimisi de sürüne sürüne geçer” diye tarif ediyor Hz. Rasûlullâh.
Başka türlü nasıl anlatılır, o devrin insanını bir düşünün. Peki buradaki hâdise ne?..
Herkesin belli bir ruhaniyeti var; o ruhundaki enerji dolayısıyla, yani belli kaçış gücü dolayısıyla; kimisi yerçekiminden kendini kolaylıkla soyutlayıp hızla fırlayabilecek, kimisi de çok büyük güçlüklerle yükselebilecek.
Şimdi şu da bilimsel bir gerçek!
Daha önce izah ettiğimiz üzere Güneş belli bir süre sonra, bugünkü hacminin 400 katı büyüyerek Dünya, Merkür, Venüs ve Mars’ı içine alacak. Güneş’in yüzeyindeki hararet 6000-6500 derece! Dünya eriyor, su gibi oluyor! Dünya Güneş’in içine girerse ne olur?.. Su gibi erir akar mı?
Zaten Hz. Rasûlullâh da hadiste;
“Cehennemin içine düşünce, Dünya eriyip su damlası gibi buharlaşır” şeklinde tarif etmiyor mu?
Bir su damlası gibi kalmayacak mı Dünya?
Güneş’in bugünkü hâli, Dünya’nın 1.303.000 katı büyüklüğünde!.. O gün en az 400 milyon kere daha büyük olacak Dünya’dan!..
Dünya’nın manyetik çekim alanından kendini kurtaramayıp da cehennem sınırları içinde sürünenler eğer bu çekim alanının ilk anlarındaysalar; yanlarından geçenler tarafından çekilip götürülmeye çalışılacak.
Fakat o kurtulma hâlini, gücünü hiç elde etmemiş olanlar da ebedî olarak Güneş çekiminin içinde kalacaklar.
Peki böyle bir şey var mı? Yani söz konusu olabilir mi?
Bugün uzayda “kara delikler” adı verilen ölmüş güçlü yıldızlar var. Bunlar hacim olarak, Ay kadar olmalarına rağmen; civarlarından geçen bir Jüpiter kadar veyahut ta ondan daha büyük Güneş gibi koskoca bir kütleyi alıyor, yutuyor, hazmediyor, içinde yok ediyor!.. Ve bana mısın da demiyor!..
Bunun gibi, insan ruhlarının da karşılaşacağı, “cehennem” adı verilen bu korkunç durumdan kendilerini ebedî olarak kurtarabilmeleri mümkün değil!..
Eğer şu anda Dünya’da belli çalışmalar yapıp da belli bir ruhaniyet, belli güç elde edemezse insan, bunun neticesi olarak, kendilerini oradan kurtarabilmeleri ebedî olarak mümkün değil!..
Ondan sonra, cehennem böylece geçilebilirse eğer…
Tabii biz burada haşr sahasında olacak olaylara değinmiyoruz!.. O da ayrı bir konu! Geçebilirlerse eğer; cennete gidiyorlar.
Cennete girecek en düşük mertebeli bir insana, bu Dünya’nın on misli büyüklüğünde bir dünya verileceği söyleniyor hadiste.
Uzaydaki, galaksideki yıldızların en küçüğü o, bundan daha küçük yıldız yok!.. Hatta daha da büyük belki de; Hz. Rasûlullâh, “mübalağa zan olunur” diye, o kadarla yetindi.
Cehennemin gerçek şiddetini, Hz. Rasûlullâh anlatmamıştır!.. Zira bu anlattığı kadarıyla bile, “cehennemin korkunçluğunu” insanlar kavrayamamakta ve “olamaz böyle şey” demektedirler!
Eğer hakiki boyutlarıyla anlatmaya kalksaydı, zaten kimse kabul etmezdi!
Gerçekte çok daha korkunç bir şey!..
Cehennemde, ölüm diye bir şey yok!..
Cehennemde değil; ölüm tadıldıktan sonra, herkes için ebediyen ölüm diye bir şey yok!.. Yok olmak, “yok olup gitmek” diye bir olay söz konusu değil!..
Zira esas olarak, senin ana yapın; ruh dediğimiz dalga yapı. Manyetik yapının yok olması, söz konusu değil artık!.. Ve bu manyetik yapının, bulunduğu ortama göre yoğunluk kazanarak oluşturduğu terkip, çeşitli şekillerde zedelenebilir, bozulabilir, değişebilir, fakat ortadan kalkmaz!..
Çünkü o terkibin aslı, dalga bedendir!.. Holografik dalga yapı olduğu için, bozulmaz!
Bu neye benzer?
Bunun misalini de rüya âleminden verelim. Rüyada ölüyorsun. Sonra, rüya içinde gene yaşamaya başlıyorsun! Yani, ruhanî yapıda ölmek diye bir şey yok!.. Manyetik yapı için, ölmek diye bir şey yok!..
Dolayısıyla cehennemdekiler binlerce defa öldüklerini sanırlar ve binlerce defa ölmeden yaşarlar!
“Onlar için acıklı sonsuz birer ıstırap vardır” diye tarif edilmesinin sebebi budur.
Buna mukabil Cennetler dediğimiz diğer âlemlere gidenlere, yani diğer yıldızların boyutsal derinliklerine gidenlerse kendilerinde mevcut ruhanî kuvvetlerle; ki bu ruhanî kuvvetler de ilâhî isimlerin mânâlarına dayanır, ilâhî isimlerin mânâlarını ortaya koyup gerçekleştirme kabiliyetini kendilerinde bulacaklar!.. Çünkü bu ilâhî mânâların gereğini ortaya koyabilmede, Dünya’da bir güçlük var!
Bir madde beden oluşması var! Şu madde beden, senin her düşündüğünü bilfiil ortaya koymanı çok güçleştiriyor.
Ama cennette lâtif bir yapı! Lâtif bir yapı olması nedeniyle de her düşündüğün, tahayyül ettiğin şey anında gerçekleşiyor!.. Ve böylece, cennet hayatı onlar için de ölümsüz olarak, ebedî olarak sonsuza dek devam eder!
İşte “bâ’su bâdel mevt”in, yani ölüm denen madde bedenin terkinden sonra hayatın devamı ile ilgili olarak kısaca söyleyebileceklerimiz bunlar!..
“Âhiret”le İlgili Bazı Hadisler
Ölüm ötesi yaşama dair izaha çalıştığımız hususlardan sonra; bu hayata dair Hz. Rasûlullâh (sallâllâhu aleyhi vesellem) neler anlatmış... Biraz da onları dinleyelim kendi ağzından. Bu bölümde naklettiğimiz hadisler, çeşitli hadis kitaplarından derlenmiştir:
Ebu Hureyre (radıyallâhu anh)’tan şöyle demiştir: Öteki beriki;
- Yâ Rasûlullâh, kıyamet gününde biz Rabbimizi görecek miyiz? diye sordular. Aleyhisselâtu vesselâm Efendimiz Hazretleri de mukabeleten;
- Ayın 14. gecesi rü’yete mâni hiçbir bulut yokken ayı görmek hususunda şek ve ihtilaf eder misiniz?.. diye sual buyurdu.
- Hayır yâ Rasûlullâh,denince tekrar;
- Rü’yete mâni hiçbir bulut yokken Güneş’i görebileceğinizde şek ve ihtilaf eder misiniz?.. diye sual buyurdu.
- Hayır yâ Rasûlullâh!.. dendi.
Bu arada Ebu Saidi Hudrî’nin rivayetinde de;
- Güneş’i öğle üzeri ve ayaz ve önünde hiçbir bulut yokken görmek için itişip kakışmaya, birbirinize zahmet vermeye hâcet görür müsünüz,şeklinde açıklama yapmıştı. Sonra buyurdu ki;
- İşte O’nu siz böylece apaçık göreceksiniz. Kıyamet gününde insanlar haşrolacak (yani bir araya toplanacak). Kıyamet gününde Nâs’ın Seyyidi benim, bu da bilir misiniz neden?.. Çünkü o gün Allâhû Teâlâ ve Tekaddes hazretleri, evvelin ve âhirin hepsini dümdüz bir toprak üzerinde öyle bir sûrette cem edecek ki kendilerini çağıran çağırıcı, ayrı ayrı her birine sesini duyurabilir. Onlara bakan basar, ayrı ayrı her birine nüfuz edebilir.
Bu arada İbn-i Mesûd (radıyallâhu anh) Beyhakî’deki rivayetinde;
- Nâs haşrolduklarında, 40 yıl gözleri semâya dikilmiş olarak dururlar. Kendilerine hiçbir kimse tek bir kelime söylemez. Bu esnada Güneş başlarının ucunda kendilerini yakar ve berru fâcir herkes ter deryası ta boğazına çıkıncaya kadar hep bu hâlde kalırlar.
Ve nihayet Taberânî rivayetinde;
- Kıyamet gününde adam vardır ki ter kendisini boğacak dereceye çıkar. Yâ Rab cehenneme atmakla olsun bari beni rahatlandır, der. Hâliyle mahşer yeri tasvir edilir.
Bu arada Müslim’de şu izahat vardır.
- Halk o gün amellerinin miktarına göre tere batmış bulunacaklardır. Kiminin ter aşıklarına, kiminin dizlerine, kiminin böğürlerine kadar çıkacak. Kimini de ter (Rasûlullâh sallâllâhu aleyhi vesellem Efendimizin mübarek elleri ile ağızlarını göstererek), gemliyecek (yani boğacaktır)!
Diyerek daha da açık ve tafsilâtlı anlatmıştır.
Bu arada Ebu Said Hudrî’den gelen rivayetle bu bekleyiş şöyle açıklığa kavuşturulur:
- Bu vukûfun (duruşun) azabı mümin hakkında o kadar hafifletilecek ki ancak farz namazlardan biri kadar sürecek.
Veya bir diğer rivayette;
- Güneş gurub için ufuktan sarkıp gurub edinceye kadar o gün mümin hakkında gündüzün bir saatinden daha kısa da olacak, müjdeleri de var.
İşte bundan sonra Rabbimiz Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri “Her kim neye tapıyor idiyse onun ardına düşsün” buyuracak.
Bu arada İbn-i Mesûd rivayetinde Hz. Rasûlullâh şöyle buyuruyor:
- Sonra gökten bir münâdî şöyle nida eder. Sizi yaratan, size sûret veren, size rızkını veren Rabbiniz iken dönüp başkasına ibadet ve muhabbet etmenize mukabil, ilâhî adaleti gereği içinizden her kulu taptığının ardına düşürmek değil midir?
- Evet öyledir!.. Cevabını aldıktan sonra,
- Her ümmet Dünya’da iken taptığının yanına gitsin! diye ilan edilir.
Bu arada Ebu Hureyre’nin rivayetinde de şöyle ilave var:
Hak Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri kullarından birini karşısına alıp;
“Ben seni tekrim etmedim mi? Evermedim mi? Mahlûkatımı sana teshir etmedim mi?” diye soracak. O da;
“Evet Ya Rab!” diyecek. Bunun üzerine O da;
“Sen beni vaktiyle unuttuğun gibi, ben de şimdi sana aldırmayacağım!” buyuracak.
Hak Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri bir üçüncüsünü de karşısına alacak, bu kimse;
“Yâ Rab ben sana, kitabına, Rasûlüne iman ettim, namaz kılmış, oruç tutmuştum” diyecek. Hak Celle ve âlâ Hazretleri de;
“Haydi senin bu davana şahit ikame edelim...” buyuracak.
Derken, o kulun ağzı mühürlenip azayı bedeni aleyhine konuşmaya başlayacak... İşte bu münafıktır!.. Ondan sonra da biri şöyle nida eder;
- Herkes Dünya’da iken kime, neye inanıyor tapıyorsa onun peşine gitsin. Artık kimisi Güneş’in, kimisi Ay’ın, kimisi de diğer putların peşine düşüp gidecek.
Bu arada ashabı salip yani Haç’a tapanlar, salibleriyle; putperestler putlarıyla; her mâbudun âbideleri de kendi mabûdlarıyla beraber gider!
Nitekim İbn-i Mesûd rivayetinde;
- Onlara ibadet etmiş oldukları şeylerin timsali görünür, beraberce onlarla giderler. Nitekim:
- Siz de Allâh’tan başkasına ibadet ettikleriniz de cehennemi tutarsınız!.. buyurulur.
Ve böylece yalnız bu ümmet, içlerinde münafıklar olduğu hâlde oldukları yerde kalırlar. Bu arada Allâhû Teâlâ Subhanehu Hazretlerinin gayrına ibadet etmiş olanlardan, cehenneme atılmadık hiçbir kimse kalmaz!..
Nihayet fâcir olsun, hak üzere kalan ehli kitabın geri kalanı olsun, Allâhû Azze ve Cellehu hazretlerine ibadet etmiş olanlardan başkası kalmayınca, Yahudilerin birtakımı çağrılıp, kendilerine;
- Siz kime tapardınız? diye sorulacak.
- Biz Allâh’ın oğlu Üzeyir’e tapardık, diyecekler. Bunun üzerine onlara denilecek ki;
- Siz yalan söylüyorsunuz. Allâhû Teâlâ, hiçbir eş ve oğul edinmiş değildir. Şimdi söyleyiniz istediğiniz nedir? Onlar da;
- Yâ Rab pek susadık bize su ver, niyazında bulunacaklar. Bu talep üzerine;
- Haydi su başına gelmez misiniz? diye kendilerine işaret vâki olacak. Onlar da bir araya getirilip nârıcahîme doğru sevkedilecekler.
O Cehennem ateşi ki; onların nazarında yalımları birbirini kırıp geçiren serap gibi görünecek ve onu su zannedip bir diğeri ardınca ateşe dökülecekler.
Sonra Hristiyanların taifesi çağrılıp kendilerine;
- Siz kime tapardınız? diye sorulacak.
- Biz Allâh’ın oğlu Mesih’e tapardık, diyecekler. Bunun üzerine onlara da denilecek ki;
- Siz yalan söylüyorsunuz!.. Allâhû Teâlâ hiçbir eş ve oğul edinmiş değildir. Şimdi söyleyiniz istediğiniz nedir?..
Onlar da;
- Yâ Rab pek susadık bize su ver!.. niyazında bulunacaklar.
Bu talep üzerine:
- Haydi su başına gelmez misiniz... diye kendilerine işaret vâki olacak.
Onlar da bir araya getirilip, nârıcahîme doğru sevk edilecekler. O nârıcahîm ki onları nazarında yalımları birbirini kırıp geçiren serap gibi görünecek ve onu su zannedip yekdiğeri ardınca ateşin içine dökülecekler.
Allâhû Tebâreke ve Teâlâ bundan sonra kalan müminlere evvela onlara, inandıklarından bir başka sûretle gelip;
- Ben sizin Rabbinizim, buyuracak. Onlar da o tecelli ile tanımayacakları için;
- Senden Allâh’a sığınırız!.. Rabbimiz gelinceye kadar bizim yerimiz burasıdır, bir yere ayrılmayız!.. Rabbimiz geldiğinde biz onu tanırız! diyecekler.
Allâhû Azze ve Celle Hazretleri onlara bu defa tanıdıkları bir sûrette gelip;
- Ben Rabbinizim! buyuracak. Onlar da:
- Sen bizim Rabbimizsin,diyecekler. Ve Allâhû Teâlâ’nın onları davet buyurması üzerine O’na tâbi olacaklar.
Bu arada başka bir açıklama:
- Ya siz ne bekliyorsunuz? dendiğinde;
- Her ümmet ibadet ettiğinin ardına düşsün! buyuracak. Onlar da;
- Ey Rabbimiz biz Dünya’da iken, seni tanımayan, ibadet etmeyen insanlardan, kendilerine en ziyade muhtaç iken dahi, ayrılıp semtlerine uğramazdık, onlarla görüşmezdik! diyecekler.
- Biz şimdikinden ziyade kendilerine muhtaç iken dahi, Dünya’da onlardan ayrılmıştık, onlarla hareket etmedik; şimdi nasıl olur!!? Biz münadinin, her kavim vaktiyle ibadet ettiği neyse ona kavuşsun!.. diye seslendiğini işittik. Onun için Rabbimize intizar edip, O’nu bekliyoruz.
Cenâb-ı Rabbül âlemîn onlara, iki veya üç kere:
- Ene rabbiküm (ben sizin Rabbinizım)! buyuracak.
Fakat onlar hepsinde de;
- Senden Allâh’a sığınırız!.. Allâh’a bir şeyi şirk koşmayız!.. diyecekler.
O derecedeki, bazıları imtihanın şiddetinden rücu eder gibi olacak. Nihayet;
- Rabbinizi tanıyabilmeniz için aranızda bir alâmet var mıdır diye sual buyrulacak ve;
- Evet, diyecekler. Evet cevabı üzerine keşfi şak olacak ve kendiliğinden, Allâh’a secde etmiş her kim varsa secde etmeye tarafı ilâhîden kendisine izin verilecek. Riya olarak secde etmiş olan münafıklarınsa sırtlarını Allâhû Teâlâ tahta gibi kaskatı kılacak, bunlar secdeye davrandıkça sırt üstü düşecekler. Müminler sonra secdeden başlarını kaldırdıklarında Rabbı müteâlilerini ilk defa gördükleri sûrete dönmüş bulacaklar. O zaman:
- Ene Rabbiküm! buyurduğunda,
- Ente Rabbena (evet sen bizim Rabbimizsin),diyecekler.
Kıyamet Hâlleri
İşte bundan sonra cehennemin tam ortasına sırat köprüsü kurulacak...
- Ümmetini en evvel oradan geçirecek olan benim!
Müslim’deki rivayette;
- Sonra cehennemin üstüne köprü kurulur ve şefaate izin verilir ve “İlâhî bizi selâmette bırak, selâmette bırak” diye dua edilir. Sırattan en evvel geçmek ümmeti Muhammedîye aittir. Sonra bu münadi “Muhammed nerede” diye nida edecek. Bunun üzerine Rasûlullâh sallâllâhu aleyhi vesellem ayağa kalkıp, iyisi, fâciri hep birlikte olmak üzere bütün ümmeti de arkasına düşecek ve köprünün yolunu tutacaklar.
Allâhû Teâlâ o zaman düşmanlarının nûru basarlarını ellerinden alacak ve bunlar sağlı sollu cehennemin içine sapır sapır dökülecekler. Ve yalnız Nebi Ekrem sallâllâhu aleyhi vesellem ile sâlihler necat bulacaklar.
Nitekim Rasûlullâh buyurduktan sonra:
- Ümmetler bize yol açacaklar. Biz de âzamızdaki abdest eserlerinden dolayı, yüzlerimiz nûrlu, ellerimiz ve ayaklarımız sekili olarak geçeceğiz. Ümmetler de bize baktıkça bu ümmetin hep enbiya olmasına az bir şey kalmış diyeceklerdir. O gün Rasûllerden başka hiçbir kimse konuşamaz ve kelâm edemez.
Rasûllerin de o günkü kelâmı “İlâhî selâmet ver”den ibaret olacak.
Sıratın yanına gelince Allâhû Azze ve Celle Hazretleri her birine de bir nûr verir. Sıratın yokuş yerini aşıp da tam düzlük yerine geldiklerinde, münafıkların nûrlarını Allâh alır. Münafıklar müminlere;
- Aman bizi bekleyin nûrunuzdan biraz iktibas edelim,derler. Müminler de:
- Ey Rabbimiz, nûrumuzu daha ziyade tamamlayıp, parlat… niyazında bulunurlar.
O sırada hiçbir kimse hiçbir şeyi aklına getiremez. Sırat üzerinden geçilirken; müminlerin kimi göz kırpacak zaman içinde, kimi şimşek gibi, kimi rüzgâr gibi, kimi kuş gibi, kimi alayörük cinsi at ve deve gibi süratle geçerler. Onlara,
- Nûrunuzun miktarınca kurtuluşa koşun! denir.
İbn-i Mesûd, sürati aşağıda sıraya koyar:
- Göz açıp kapaması kadar; bir şimşek hızı; bir meteor, yıldız süzülüşü, rüzgâr, at hızı, deve hızı süratleri; sonra, nûru yalnız ayaklarının başparmağında olarak verilen kimsenin yüzükoyun yürüyerek elleri ve ayakları ile emeklediğini ve bir kolunu çekse öteki kolunu, bir ayağını çekse öteki ayağının takıldığını ve kurtuluncaya kadar da ateşin yanlarına çarptığını anlatır.
- Cehennemde sadan dikenlerine benzer çengeller vardır. Sadan dikenlerini hiç gördünüz mü? Evet, işte bu çengeller sadan dikenlerine benzerler. Ancak şu var ki ne kadar büyük olduklarını ancak Allâhû Teâlâ bilir. İşte bunlar insanları kötü amellerinden dolayı kapıp alırlar.
Bu arada kimi koşarak, kimi yürüyerek geçer; derken sonuncuları karın üstü sürünerek gider de;
- Yâ Rab beni neden bu kadar geç bıraktın? der. Cenâb-ı Rabb-ül âlemîn de;
- Seni geç bırakan, senin kendi amelindir,buyurur. Nitekim Sûre-i Tahriym’de,
“Müminlerin nûrları önlerinden ve sağ taraflarından yürür, müminler; ‘Yâ Rabbi şu nûrumuzu daha ziyade tamamlayıp parlat bize mağfiret et’ derler.”
Nitekim Sûre-i Hadiyd’de de şöyle anlatılır:
“O günde münafık erkekler ve kadınlar iman edenlere; ‘Aman bizi bekleyin de nûrunuzdan biraz iktibas edelim’ derler. Lâkin kendilerine, ‘Geri dönün, nûru orada arayın’ denilir. Bunun üzerine müminlerle münafıklar arasında kapısı olan bir sur kurulacak ki kapının içi rahmet, dışı da azaptır!”
- Münafık ve mümin, bunların her birilerine birer nûr verilir sonra yine ardına düşerler. Cehennem köprüsü üzerinde birtakım çengeller ve dikenler vardır ki; Allâh’ın dilediği kimseleri yakalarlar. Derken münafıkların nûrları söner. Sonunda müminler kurtulur.
70 bin kişi olan ilk zümre dolunay gibi nûrlu geçip kurtulurlar. Hiç hesap da görmezler. Onlardan sonra gelenler gökyüzündeki en parlak yıldız gibidirler! Sonra diğerleri de böylece geçerler.
Sıratın her iki yanlarında asılı duran çengeller vardır ki, kimi yakala denirse onu yakalamaya memurdurlar.
Bu çengeller:
- Cehennemin etrafı şehvetlerle arzularla sarılmıştır, diye işaret buyurulan şehvetlerdir. İstek ve arzulardır. Bu istek ve arzular sıratın yan taraflarına konmuştur. Her kim onlara aldanırsa cehenneme düşer, zira onlar cehennemin çengelleridir denir. İşte kötü amelleri dolayısıyla helâk olurlar. Kimisi hardal gibi ezim ezim edildikten sonra ancak necat bulurlar.
- Yâ Rasûlullâh köprü nedir? diye sorulduğunda buyurdu ki;
- Üstünde çengeller bulunan kaypak bir şeydir! Kulağıma çalındı ki sırat kılıçtan keskin, kıldan incedir. Bunların kimi sapasağlam ve olduğu gibi kurtulurlar, kimi tırmıklar içinde perişan olarak salıverilirler, kimi de cehennem ateşi içine sapır sapır düşerler. Nihayet sonuncuları sürüklene sürüklene geçer ve kurtulur. En nihayet Allâhû Teâlâ ve Tebâreke hazretleri kulları hakkında hüküm ve kazayı abdini icra ve ikmal edip rahmeti ilâhîsiyle ehli ateşten dilediklerini cehennemden çıkarmaya meşiyeti rahmânisi taalluk ettiğinde, melâikeyi kirâma, rahmeti ilâhîyeye nailiyetleri murat olanlardan;
“Allâh’a şirk koşmamışlardan, ‘Lâ ilâhe illâllâh’ diye şehâdet etmişleri cehenemden çıkarın” diye ferman buyrulur.
Onları; varlıklarındaki, bedenlerindeki secde eserlerinden tanırlar ve öylece çıkartırlar. Allâhû Teâlâ secde eseri yerlerini mahvetmeyi cehennem ateşine haram kılmıştır.
- Nefsim yed-i kudretinde olan Allâh’a yemin olsun ki, bugünkü günde apaşikâr olmuş, hakkını kurtarmak için hiçbirinizin yalvarıp yakarması, o dehşetli günde âsi mümin kardeşleri arasından çıkıp kurtulan müminlerin, kalanlar için Cebbâr-ı Zül Celâl Hazretlerine yalvarıp yakarmasına benzemez. Kurtulanlar o zaman diyecekler ki;
- Ey Rabbimiz bu kalanlar bizim kardeşlerimizdir. Bizimle beraber namaz kılar, oruç tutar, hac eder ve her türlü ameli sâlihada bulunurlardı.
Cenâb-ı Hak Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri de;
- Haydi gidin, kalbinde bir dinar ağırlığında iman ve yakîn olan her kimi bulursanız çıkartın.
Hak Teâlâ onların sûretlerini yakmayı ateşe haram edecek. Artık bu şefaat ediciler, kimi ayağının üstüne, kimi yarı inciğine kadar ateşe gömülerek içeriye dalmış bulacaklar. Tanıdıklarını çıkarıp dönecekler. Sonra Hak Teâlâ;
- Haydi bir daha gidin, kalbinde yarım dinar ağırlığında iman ve yakîn olan her kimi bulursanız çıkarın, buyuracak.
Yine böyle olanlardan tanıdıklarını çıkarıp dönecekler. Sonra Hak Teâlâ;
- Haydi bir daha gidin kalbinde zerre ağırlığında iman ve yakîn olan her kimi bulursanız çıkarın, buyuracak.
Yine böyle olanlardan tanıdıklarını çıkaracaklar.
Nitekim eğer bu dediğime inanmıyorsanız dedi Said-i Hudri, ilave etti âyeti.
Hâsılı Nebi ve Rasûller, melekler, müminler şefaat etmiş olacaklar derken Cebbâr-ı Müteal artık sıra benim şefaatime geldi buyuracak. Nâs’ın hesabını görmekten fariğ olur ve ümmetimden geriye kalanları ehli nâr ile beraber cehenneme sokar, Cenâb-ı Hak. O zaman ateş ehli;
- Siz Dünya’da iken Allâh’a ibadet edip ona hiçbir şeyi şirk koşmadığınızın sanki size ne faydası oldu?.. derler. Cehenneme girmiş olan diğerleri, bu namaz kılıp oruç tutan müminleri görünce:
- Siz şirk koşmuyordunuz ama bunun ne faydası oldu!.. Gene girdiniz işte cehenneme!.. diyecekler. Bunun üzerine Cebbâr-ı Müteal:
- İzzet ve Celâlim hakkı için onları ben cehennemden azât edeceğim! buyurup, göndereceklerini onlara gönderecek ve o zavallılar oradan çıkarılacaklar.
Bundan sonra Allâhû Azze ve Celle:
- Melekler şefaat ettiler, Nebi ve Rasûller şefaat ettiler, müminler de şefaat ettiler!.. Şefaat etmeyen bir Erhamür Rahimiyn kaldı!.. buyuracak.
Ve bundan sonra, Dünya’da iken hiçbir hayır işlemeyip de cehennemde kömüre dönmüş birtakım kimseleri çıkaracak.
Cennetin yolları üzerinde olup, “Hayat Nehri” diye tanımlanan bir nehrin içine kendileri daldırılacak. Artık Nehri Hayattan, inci gibi güzel olarak çıkıp, boyunlarında mühür halkalar gibi altınlar asılı duracak; ki ehli cennet onları, o alâmet ile tanıyıp;
- İşlenmiş amelleri, hayırları olmadığı hâlde imanlarından dolayı Allâh’ın cennete ithal ettiği âzatlıları bunlardır,diyecekler. Hak:
- Cennete girin gözünüzün görebildiği her ne varsa sizindir,buyuracak.
- Ey Rabbimiz sen âleminden hiç kimseye vermediğin bir ihsanda bulundun bize!.. diyecekler.
En nihayet cennet ile cehennem arasında, yüzü ateşe dönük bir kimse kalır ki, o cennete girecek cehennem ehlinin sonuncusu olur.
- Ne olur yâ Rab, yüzümü şu ateşten döndür. Kokusu beni zehirleyip duruyor, beni yakıyor!.. diyecek.
Böylece adam yalvarıp duracak. Cenâb-ı Hak ona buyuracak ki:
- Peki bu senin dediğin yapılırsa, acaba başka bir şey daha istemeyecek misin?
O ise;
- İzzetine yemin olsun ki, hayır! diyecek.
Allâhû Teâlâ meşiyeti ilâhîyesi taalluk eden ahdü misakı verecek ve onun yüzünü cehennem tarafından cennet tarafına döndürecek. Yüzünü cennete doğru döndürünce cennetin güzelliğini görecek, önce bir süre istemekten hayâ ettikten sonra, Allâh’ın dilediği bir süre sükût ettikten sonra;
- Yâ Rab ne olur beni cennetin kapısına yanaştır, demeye başlayacak. Allâhû Teâlâ da;
- Evvelce istediğinden başka bir istekte bulunmayacağına dair bana yemin etmemiş, söz vermemiş miydin? diyecek. O da;
- Yâ Rab mahlûkatının en bedbahtı ben olmayayım, n’olur? diye yalvarmaya devam edecek.
Bunun üzerine Allâhû Teâlâ:
- Bunu verirsem başka bir şey istemeyeceksin, söz mü? diyecek. O da,
- İzzetine yemin olsun ki başka bir şey isteyecek değilim, cevabını verecek.
Ve Rabbinin dilediği ahdi misâki verdikten sonra Rabbi onu cennetin kapısına yanaştıracak. Cennet kapısına varıp da ondaki revnak ve letâfeti içindeki nedret ve sürûru görünce gene Allâh’ın dilediği kadar bir süre utancından sustuktan sonra:
- Yâ Rab n’olur beni içeri sok! diye başlayacak. Allâh da;
- Allâh layığını versin behey Âdemoğlu! Sen ne sözünde durmaz kimsesin. Sen verdiğimden başka bir şey istemeyeceğine dair daha evvel söz vermemiş miydin? diyecek. O da,
- Yâ Rab mahlûkatının en bedbahtı ben olacağım, diyecek ve tekrar duaya, niyaza devam edecek.
Allâhû Teâlâ da ona gülecek ve cennete girmesine izin verecek. Bunu söylerken Rasûlullâh;
- Benim niçin güldüğümü sorsanıza..? dedi.
Dedi ki: Rasûlullâh Aleyhi ve Sellem de böyle güldü,
- Sen Rabb-ül âlemîn iken benimle istihza mı ediyorsun, dediğinde Rabb-ül âlemîn’in hâline güldüm. Çünkü Cenâb-ı Rabb-ül âlemîn;
- Benim seninle istihza ettiğim yoktur. Lâkin ben dilediğime kaadirim! buyurdu. Ve Cennete girince, “temenni et” denecek; o da uzun uzun temennilerde bulunacak; nihayet dilekleri kesilince Cenâb-ı Hak; şunu da iste, bunu da iste, şunu da iste buyuracak; ki bu şeyleri Allâh aklına getirecek. Nihayet dileklerinin tamamı kesilince, Allâhû Teâlâ da,
- Bunların hepsi, bir o kadarı daha senin olsun! buyuracak.
Bu arada izah ediyor;
- Ben ehli nârın, ehli ateşin cehennemden en son çıkacak ve ehli cennetin cennete en son girecek olanını biliyorum. Bu o kimsedir ki cehenemden emekleye emekleye çıkar. Cenâb-ı Hak Teâlâ Hazretleri ona cennete gir buyurur. O kimse cennete varacak ve görecek ki cennet dopdolu kendisine yer kalmamış. Dönüp;
- Yâ Rab ben cenneti dopdolu buldum, diyecek.Cenâb-ı Hak ona:
- Git cennete gir,buyuracak. O kimse yine cennete varacak, cenneti yine dopdolu bulacak. Dönüp;
- Yâ Rab ben cenneti dopdolu buldum, diyecek. Cenâb-ı Hak ona:
- Git cennete gir. Dünya kadar ve Dünya’nın on misli kadar yer sana aittir,buyuracak.
Rasûlullâh (sallâllâhu aleyhi vesellem) gerideki dişleri görününceye kadar tebessüm etti, sonra;
- Ehli cennetin en aşağı menzil ve mertebe sahibi işte bu kişidir, buyurdu.
Rasûlullâh Aleyhisselâtı vesselâmdan:
- Ehli cennetin en aşağı makâm ve menzileti nedir? diye sual oldu. Rabbi cevaben buyurdu ki;
- Bu öyle bir kimsenin makâmıdır ki; o kimse, ehli cennet cennete ithal olduktan sonra gelir. Ona cennete gir denilir. O ise;
- Ey Rabbim herkes kendi menziline yerleştikten alacağını aldıktan sonra, bu nasıl mümkün olur? der.
Cenâb-ı Rabb-ül âlemîn ile onun arasında şöyle bir muhavere olur:
- Dünya padişahlarından bir padişahın mülküne benzer bir mülke nail olsan razı mısın?
- Razıyım yâ Rab!
- İşte öyle bir mülk senin. Bir o kadar daha, bir o kadar daha, bir o kadar daha, bir o kadar daha... Beşincisinde cevabı keserek;
- Razı oldum yâ Rabbi,der.
- İşte bir o kadar şey hep senin. Onun on misli de senin. Bir de nefsin her neyi arzu ediyorsa; gözün her neden hoşlanıyorsa hepsi de senin.
- Razı oldum yâ Rab, der. Ya ehli cennetin en yüksek makâm ve menziline sahipleri nasıl olur? diye sordu. Cevaben;
- Kendim için seçtiğim kullarım var ya, işte onlar. Kerâmet fidanlarını kendi kudret elimle dikip mühür altına aldım. Onların hâlini ne bir göz görür, ne bir kulak işitir, ne de beşerden herhangi bir kimsenin kalbine bu konu girmiştir.
Kaynak : İnsan ve Sırları - Ahmed Hulusi