Message
İnsan diyoruz...
Bu insan kelimesinin mânâsı olan varlığı evvela “beden” adı altında duyulara hitap eder şekliyle görüyoruz. Beş duyuya hitap eder şekliyle gördüğümüz bedendeki özellikler; yeme, içme, uyuma, seks ve bedenin rahatı istikametinde davranışlar... Bunun ötesinde ikinci olarak, eskilerin insanın “nefsi” dediği mânâda bir özellikler grubu var. Bu gruba da “nefs” diyoruz; akıl, fikir, idrak, vehim, musavvire (veya buna şekillendirme diyelim), hayal ve hafıza. Bu yedi şeyi sayıyoruz... Birisine insanın zâhiri diyelim, ötekine de bâtını!..
“Tabiat” kelimesiyle işaret edilen, insanın bu zâhir yapısıdır. Beden adını verdiğimiz zâhir yapısının maddesel terkip adı, “tabiat” diye nitelendirilir. Yani bedenin oluşumunun, o kişiyi sürüklediği, iteklediği özellikler bütünü!.. Buna kişinin tabiatı diyoruz. Yani, bedenini meydana getiren unsurların, tabii olarak iteklediği biçim... Bu tabiat dediğimiz şeyin ortadan kalkması ise muhaldir!..
Başka bir tanımlama ile, biyolojik bedenin özelliklerine tabiat diyebiliriz. Fizik ölümle ölüp, bu beden dağılana kadar tabiat ortadan kalkmaz...
Huy, karakter gibi kelimelerle tarife çalıştığımız özelliklerse; nefs, akıl, fikir, idrak, vehim, musavvire yani şekillendirme, hayal ve hafıza dediğimiz özelliklerle alâkalıdır.
“Nefs”ten, murat “ben” duygusudur!.. Yani, kişinin kendisini nasıl hissettiği, kendisini ne şekilde hissettiği, kendini ne olarak kabul ettiği anlamına gelir. Bu saydığımız özellikler nefs, akıl, fikir, idrak, musavvire, hayal, hafıza; kişinin 9. ay içinde almış olduğu tesirlerle meydana gelir ve aldığı tesirlerin şiddet durumuna göre etkilenir.
Mesela kişinin fikir dediğimiz düzeyi, aynı zamanda zekâ ile de alâkalıdır, bu Merkür’ün tesirleri ile oluşur. Akıl dediğimiz, Uranüs’ün ve Satürn’ün etkileri ile oluşur. İdrak dediğimiz Güneş’in etkileri ile oluşur. Vehim dediğimiz, Mars’ın etkisindendir. Musavvire, Venüs’ün etkisidir. Hayal, Ay’ın ve aynı zamanda Neptün’ün ortak etkileridir.
Bunlardan “Ben” dediğimiz “nefs”, Dünya tesirlerindendir. İşte bu kişinin kendini bir birim kabulü, Dünya’nın etkisiyledir. Bu tesirlerle, beyinde bu tip işlemler oluşur...
Bunların ötesinde bu kişi çeşitli şartlanmalarla belli bir yaşama girer. Ancak bu şartlanmaların yansıdığı mahal, şu saydığımız özelliklerdir. Şartlanmaların etkisi altına kişi, şu saydığımız özelliklerinin gücüne göre ağırlıklı olarak girer veya girmez!..
Mesela o kişide idrak gücü güçlüyse veya akıl güçlüyse, o kişi şartlanmalara fazla tâbi olmaz. Buna mukabil vehim ağır basıyorsa, o kişi büyük ölçüde şartlanmaların etkisinden kolay kolay kurtulamaz!..
Yapılacak işlerde, bedene hâkim olan ya akıldır ya vehimdir!.. Yaptığın bütün işlerin bedenden çıkış noktasında çıkış kaynağı, bu ikisinden biridir. Ya “akıl” hâkimdir orada ya “vehim” hâkim durumdadır!.. “Vehim” hâkimse, bedenden çıkan iş, mutlaka kişinin kendini beden kabul etmesi istikametinde, tasavvuf lisanıyla “nefse dönük” bir iştir. Eğer o anda “akıl” hâkimse, bu defa çıkacak olan davranış kişinin “nefsine dönük” değil, çevresine veya “aslına dönük” bir davranıştır!
Fikir, idrak, musavvire, hayal... Bunlar daima ya vehmin hükmü altında hareket eder, ya da aklın hükmü altında!.. Mesela kişi, benlik kabulü içinde herhangi bir olayda, herhangi bir menfaat görür. O menfaati elde etmek gereğini duyar. Benliği dolayısıyla veya şartlanması dolayısıyla, o şeyi elde etmezse ya kendisi o zevki tadamayacağından üzülür veya çevrenin gözünde kınanacağını düşünür!.. İşte bu düşüncede bu faktörü meydana getiren nesne, vehim gücüdür!.. Vehim tasarrufunda olduğu içindir!..
Eğer akıl orada hâkim olursa “yahu kim ne derse desin vız gelir, n’olacak o da olmayıversin” der ve geçer!.. Ve deyip geçmesiyle de o şeyi elde etmemenin ıstırabından, azabından, çilelerinden kurtulur. İkinci olarak, o şey dolayısıyla çevresindekilerin ne diyeceği yolundaki düşüncelerin meydana getireceği duygulardan kendini kurtarır. Ahbabım ne diyecek, akrabam ne diyecek, çocuklarım ne diyecek, karım ne diyecek gibi...
Bir anda bunlara bir sünger çeker, ne derlerse desinler der, aklının istikametinde hareket eder... Bu işin ikinci safhası...
Hafıza dediğimiz özellik, kişinin bâtını dediğimiz “ruh”una aittir.
Hafıza fonksiyonu gerçekte, ruhta mevcuttur!.. Beyin tüm oluşumları ruha yansıtır ve gerektiği zaman ruhtan o konuyu tekrar elde eder. Beynini çarptı, hafızası kayboldu deriz, hafızası silindi deriz!..
Hafızada silinme yoktur!.. Silinme denen olay, beyinle ruh arasındaki ilişkiyi sağlayan merkezin arızalanarak, ruha yüklemiş olduğu bilgiyi, göndermiş olduğu bilgiyi, geri alıp dışarıya çıkartamamasıdır! Ruhtan okuyup dışarıya çıkartma devresinde arıza vardır. İşte bu, hafızanın silinmesi dedikleri konudur.
Ruha yazılmış olan hiçbir şey,yani günlük yaşamın bilgi yönleri ruhtan silinmez... Ancak ruhta silinme de söz konusu!.. Af dediğimiz olay var!..
Hac diyoruz!.. Hacda toplanan milyonlarla insanın bir mânâya ve bir noktaya kendilerini yöneltmeleri ve teksif etmeleri... Bu mânâda yaydıkları radyasyon, o kişilerin günah adını alan eksi mahiyetteki band kayıtlarını imha eder, yok eder; ve böylece, hacdan gelen kişi sıfır günahla döner. Bu, ruha yazılmış olan manyetik yazının silinmesi hükmüdür.
Çünkü Hac dediğimiz olay bütün Dünya’yı saran bir anlamda, büyük bir yöneliştir. Milyonları içine alan ve bütün velîleri içine alan bir olaydır. Yüksek kemâlât sahibi velîler mânen hazır bulunur hacda, maddeten gitmese dahi... Veya vekâleten birini yollar yerine!.. Vekâleten oraya birini yollaması ne demektir? Kendi nâmına oraya öyle birini yollar ki, o yolladığı beyin üzerinde kendinin tasarrufu vardır!.. Onun vasıtasıyla, oradan yayın yapar!
Kaynak : İnsan ve Sırları - Ahmed Hulusi