Message
İslâm toplumu arasında bir “kul hakkı” sözüdür sürer gider. “Hakkımı aldın”, “Hakkım kaldı” gibisinden sözleri çeşitli vesilelerle söyler dururuz. Nedir bu kul hakkı?..
“Gıybet” kelimesiyle işaret edilen bir mânâ gene sürekli konuşulur. “Gıybet etme!” denir,ama gene de bir türlü kolay kolay vazgeçemeyiz “DEDİKODU”dan...
Evet, Arapça’daki “GIYBET” kelimesini Türkçe’ye çevirmek gerekirse, aşağı yukarı bunun Türkçe’deki en yakın karşılığı “DEDİKODU”dur!.. Nedir dedikodunun sınırları?.. Niye suçtur?.. Niye Rasûlullâh (aleyhisselâm) bu mevzuda bu kadar şiddetli konuşmuş da şöyle buyurmuştur:
“GIYBET ZİNADAN OTUZ ALTI DEFA DAHA ŞİDDETLİDİR.”
Câbir ve Ebu Said (radıyallâhu anh) naklediyor:
Rasûlullâh sallâllâhu aleyhi vesellem şöyle buyurdu:
- Gıybetten sakınınız!.. Zira gıybet zinadan daha şiddetlidir!.. Çünkü zina eden kimse tövbe eder, Allâh da affeder. Fakat gıybet eden, gıybeti yapılan affedinceye kadar, affedilmez!.. (Gazâli; İhya-u Ulûmid'din)
Ve Kur’ân-ı Kerîm’de niçin son derece tiksindirici bir misal kullanılmıştır dedikodu için?.. Şöyle ki:
“Ey iman edenler! Zannın çoğundan (doğruluğundan emin olmadığınız konuda fikir yürütmekten) kaçının! Muhakkak ki bazı zanlar suçtur (şirk anlayışından kaynaklanır)! Tecessüs etmeyin (merakla başkalarının özel yaşantısını araştırmayın)! Kiminiz de kiminizin gıybetini yapmasın! Biriniz, ölü kardeşinin etini yemeyi sever mi? Bundan tiksindiniz! Allâh’tan korunun! Muhakkak ki Allâh Tevvab’dır, Rahıym’dir.” (49.Hucurat: 12)
Hz. Aişe (radıyallâhu anh) anlatıyor:
Rasûlullâh sallâllâhu aleyhi vesellem’e:
- Safiyye’nin şu kusurları, boyunun kısa olması sana yeter!.. dedim.
Rasûl-ü Ekrem:
- Öyle bir söz konuştun ki, denize atılsa, denizi bulandırır ve kokuturdu!.. buyurdu.
Rasûl-ü Ekrem’e gene bir insandan bahsetmiştim. Bana şöyle dedi:
- Bana dünyalıktan birçok şey verilse de, kimseyi kötülükle anmayı sevmem!.. (Ebu Davud, Tırmızî)
Ebu Hureyre (radıyallâhu anh) naklediyor:
Rasûlullâh (sallâllâhu aleyhi vesellem)’e sordular:
- Gıybet nedir biliyor musunuz?..
Ashab cevapladı:
- Kardeşini hoşuna gitmeyen şeyle anmandır!..
Birisi sordu:
- Dediğim şeyler kardeşimde varsa, ne buyurursun?..
Rasûlullâh (aleyhisselâm):
- Söylediğin şayet onda varsa, onu gıybet etmiş bulunursun!.. Ve eğer onda yoksa ona iftira etmiş olursun!.. (Müslim)
Amr ibn-ül As (radıyallâhu anh)’dan nakledilmiştir:
Rasûlullâh (sallâllâhu aleyhi vesellem) ölü bir katırın yanından geçerken ashabından bazılarına şöyle buyurmuştur:
- Kişinin karnını doyuruncaya kadar şu (leşden) yemesi, elbette müslüman bir kişinin etini yemesinden (dedikodusunu yapmasından) daha hayırlıdır. (İbn-i Hibbân)
Evet, Kur’ân ifadesi ile, deyişi ile, kişinin dedikodusunu yapmak, ölü kardeşinin etini yemek kadar “tiksindirici” bir fiildir!..
Niçin?..
Başta da çeşitli vesileler ile anlattığımız üzere siz birtakım çalışmalar yapıyorsunuz, zikir yapıyorsunuz, oruç tutuyorsunuz, zekât, sadaka veriyorsunuz, hatta yoldan bir taşı, bir çöpü kaldırıyorsunuz ve bu yaptığınız yararlı fiiler ile sevap, yani size ölüm ötesi yaşamda gerekli olan enerjiyi topluyorsunuz.
Sonra?..
Falanca kişi dile geliyor ve başlıyorsunuz, duyduğu takdirde hoşnut kalmayacağı bir biçimde onun hakkında konuşmaya, dedikodusuna... İşte o anda olan oluyor!..
O kişiden söz etmeye başladığınız anda, beyniniz ile o kişinin beyni arasında sizin bilinciniz dışında bir devre, bir bağlantı kuruluyor ve onun hakkında ne kadar hoşlanmayacağı bir biçimde konuşmuş iseniz; konuşmanızdan dolayı onun hoşnutsuzluğunu giderecek düzeyde sizin pozitif enerjiniz yani sevaplarınız onun beynine anında transfer oluveriyor!..
Nice emeklerle, nice gayretlerle ne kadar zamanınızı harcayarak elde ettiğiniz o pozitif enerjiniz, o sevaplarınız, bir anda dedikodusunu yaptığınız kişiye bağışlanıp gidiveriyor!..
Oysa siz, o pozitif enerjinizle milyonlarla yıl neler elde edebilecektiniz!..
Ya da bundan daha kötüsü!..
Verecek birikmiş pozitif enerjiniz yok! İşte bu defa aynı kanalda tersine bir akış başlıyor ve onun eş değerdeki negatifleri bir anda sizin beyninize boşalıp, oradan da dalga bedeninize anında yüklemesi yapılıveriyor!..
Dilinizi tutamayıp, bir anlık geçici zevk için dünyanın en kıymetli cevheri beyninizi yerinde kullanmayıp boş şeylere harcamanızın “neticesinde” oluşan bir olay!.. Kendi kendinize verdiğiniz bir ceza!..
Nice insanlar vardır; hayır hasenat yaparlar, namaz kılarlar, oruç tutarlar, zekât verirler... Ve âhirete “dolgun” gittiklerini sanırlar!.. Oysa tamtakır, tamamıyla müflis yani iflâs etmiş bir şekilde oraya varmaktadırlar, bundan hiç haberleri yoktur.
“KİŞİYE GÜNAH OLARAK SADECE DİLİ YETER!”
Hadîs-î şerîfindeanlatıldığı üzere, başkalarının dedikodusunu yapması, zan üzere başkaları hakkında konuşması, iftiralara alet ve aracı olması yüzünden tüm sevaplarını yani müspet enerjisini onlara dağıtmaktan başka, bir de onların günahlarını yani negatif yüklerini yüklenmiştir; üstelik bunun farkında bile değildir!..
İşte şu Tırmızî’deki hadîs-î Rasûlullâh’ı, beraberce okuyalım:
Ebu Hureyre, Rasûlullâh (sallâllâhu aleyhi vesellem)’den nakletmiştir:
- MÜFLİS kimdir biliyor musunuz?.. diye sordu Rasûlullâh.
Ashab:
- Bizce müflis, parası ve malı olmayandır yâ Rasûlullâh!..
Rasûlullâh (sallâllâhu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu:
- Benim ümmetimin müflisi o kişidir ki, kıyamet günü namaz, oruç, zekât getirecek. Fakat, buna zina isnad etmiş, bunun malını yemiş, bunun kanını akıtmış, bunu dövmüştür!..
Sonra oturacak; kısas olarak bu onun sevaplarından alacak, o da bunu sevaplarından verecektir. Şayet, sevapları üzerinde bulunan hataların karşılığı ödenmeden tükenirse bu defa, onun hatalarından (doğan günah) alınıp buna yüklenecek ve sonra da ateşe atılacaktır!..
Karşımızdakilere geçen haklar burada mı, orada mı ödeniyor?..
Olayın Cenâb-ı Hak tarafından bize açılan yönü şu:
“ALLÂH SERİY’UL HİSAB’dır!..”
Yani, hesabı anında görendir Allâh!..
Kim kime ne değerde ne verir de aynı değerden ondan maddi karşılığını almaz ise ve verdiğine karşılık hakkını da ona bağışlamaz ise; o şeyin karşılığı karşısındaki tarafından anında kendisine “enerji olarak” ödenmektedir!..
Bazı ufak değerler için, bu ödenti anında kapanmakta, fakat büyük haklar için ise bağışlama alana, ya da ölene kadar o ödeme devam etmektedir!.. Bu yüzden büyük haklar kişinin cehenneme gitmesinde rol oynayan büyük faktörler olmaktadır!..
İslâm’daki alınan bir hediyenin bile eş değerde bir hediye ile karşılanması şeklindeki teamülün altında yatan sebep de budur. Zira bunu ilk başlatan da Rasûlullâh (aleyhisselâm)’dı.
Maddi şeylerin karşılığı, iyiliklerin karşılığı böyledir.
Kaynak : İnsan ve Sırları - Ahmed Hulusi