Message
“İrade-i cüz yoktur, yalnızca küllî irade vardır!” cümlesi ne kadar doğru ise;
“Her cüz, kendi iradesiyle yaşar!” cümlesi de o kadar doğrudur!..
Biri bu elimin en uç noktası, diğeri öbür elimin en uç noktası; oysa ben ikisi aynı şey diyorum!..
Küll var, ayrıca bir de cüz var, diye kabul ediyoruz; hâlbuki, böyle ayrı iki yapı yok!..
Beş duyu verilerine dayanarak varlığa bakarsan, cüzler var… İlim boyutunda, bilinç boyutunda ilimle bakarsan cüzler yok, yalnızca Küll var!.. Yani, Varlık TEK ve dolayısıyla da irade TEK!.. Tek bir irade var!
Bilinç boyutundan “eşyânın hakikatine” baktığın zaman Küll’e ait irade, “Küllî irade” diyorsun...
Beş duyuyla bakarsan, aynı irade, cüz sûretlerinden göründüğü için, “Cüz’i irade” diyorsun.
Oysa, gerçekte, ikisi de aynı şey!.. Yani, “cüz” ve “Küll” iki ayrı şey değil!
Dolayısıyla, “Küllî irade vardır, gerçektir” dersen, doğrudur... Ama, “yanında bir de cüz’i irade vardır” dersen, yanlış! Çünkü, Küllî iradenin yanında bir de cüz’i irade sahibi bağımsız bir varlık yoktur.
Ya da, sadece “Cüz’i irade vardır” diyebilirsin. Yani, ayrıca bir de “Küllî irade” yoktur; çünkü “cüz” adını verdiğin şey aslında “Küll”dür!.. Göze göre “cüz”dür o!.. Şuur boyutunda, varlığın “TEK”liğini idrak ettiysen, artık bilmişindir ki ayrıca bir cüz yok!
İşte bu yüzdendir ki; ya yalnızca “Her cüz kendi iradesiyle yaşar, ayrıca Küllî irade diye bir şey yoktur” dersin. Doğrudur... Veya, “Küllî irade vardır, cüz’i irade diye bir şey yoktur” dersin. Bu da doğrudur!..
Ancak, “Küllî irade yanı sıra cüz’i irade de vardır!” dersen, işte bu bâtıldır, geçersizdir; şirktir!
Şimdi, “Her cüz kendi iradesiyle yaşar, ayrıca Küllî irade diye bir şey yoktur” ifadesinin mânâsını anlamaya çalışalım…
Burası anlaşılması bir hayli zor bir husus... “Küllî irade vardır, cüz’i irade yoktur” diyerek olayı anlamak kolay! Buna karşılık “Her cüz kendi iradesiyle yaşar, ayrıca küllî irade diye bir şey yoktur” ifadesini hazmetmek zor!.. Nasıl olacak şimdi?
Hem de üstelik “Tek’in takdirinden, Tek’in merdiven takdirinden” söz ediyoruz yukarıda.
Tek’in merdiven takdiri olmasına karşın, o merdiven içinde yer alacak her bir basamağın, kendine göre bir yontumu var mı?.. Var... Bu yontum olmadan basamak oluşur mu?.. Oluşmaz!..
Basamakların her biri her an oluşmaktadır. Basamakların her biri merdivenden ayrı değildir. Yani “cüz” dediğimiz varlıkların her biri kendisidir; ve o açığa çıkan özelliklerden ibaret olmaktan da berîdir!
Her an, “cüz” adı altında tasarrufu yapan kendisidir!
“O her an yaratıştadır” ifadesi, cüzden aşikâre çıkan yaratılmadır!
Allâh’ın hayat sıfatı, bizde zuhur ediyor ve “hayattayım” diyoruz. Biz nasıl ölümsüzüz?.. Hayat sıfatı ile kaîm olmamızdan, varlığımızın hayat sıfatından meydana gelmesinden kaynaklanan bir şekilde ölümsüzüz!.. İlmimiz, irademiz, kudretimiz hep aynı şekilde meydana geliyor.
Eğer bizdeki, “dışarıdan bakmanın” getirdiği isimleri kaldırırsak, bu özellikleri bizden aşikâre çıkaranın hep, O olduğunu anlarız. Dolayısıyla, her an yaptığın çalışmalar seni ilerletecek ve bir yere getirecektir.
“Ben nasıl olsa, ezelde bana takdir olunan basamak olmak durumundayım, öyleyse boş vereyim...” demek, muhaldir, gerçekleşmesi mümkün olmayan bir düşüncedir! Çünkü, hiçbir şey yapmamak üzere oturmak, mümkün değildir. Bu, ana rahminde, spermle birleşen yumurtadan oluşan tek hücrenin; “Ben, nasıl olsa ileride büyük bir insan olacağım, o hâlde çoğalmayayım” demesine benzer…
O tek hücrenin çoğalmaması elinde mi? Hayır!
Kendi mevcut formasyonunun, mevcut programının, yapısal özelliklerinin doğal sonucu olarak mecburdur çoğalmaya.
Aynı şekilde, olayı makro plana, yani bizim boyutumuza çıkarırsak, “TEK”in takdiri olan fıtratımızın, programımızın sonucu olarak takdir edilen basamak olmak üzere, gerekli çalışmaları da yapmak zorundayız!.. Yapmamak diye bir şey düşünülemez!..
Takdir olunan nihai nokta, temeldeki tek hücrede mevcut!.. O hücre, benim karakteristik özelliklerimi oluşturuyor... Ama bunlar, ezelde tek tek yazılmamış, şöyle olsun böyle olsun diye... (Buraya bir an için üç nokta koyuyorum, altını çizip üç yıldız koyuyorum. Tekrar buraya döneceğim!..)
Şimdi biz, astroloji konuşurken, Venüs’ün tesiri geldi veya Uranüs’ün tesiri geldi.
Uranüs, Kova burcunun özelliklerini yansıtır. Biz, “şunu yaptık” diyoruz. Gelen yıldız tesirlerinde, yani o frekanslarda, “Hulûsi kalkıp şu kitabı yazacak” diye bir şey yok! “Hulûsi kalkıp düşünce dünyasında yeni bakış açıları oluşturacak” diye bir şey yazmıyor.
O gelen dalga, yeni bir düşünce yapısını tahrik eden dalga… Eğer, benim beynimde yeni bir düşünceyi açığa çıkaracak veritabanı varsa, bir veri birikimi varsa, o zaman gelen ışınımın bendeki doğal sonucu, “düşünce dünyasında yeni bir sentezi gerçekleştirmek” oluyor.
Ama, benim beynimde böyle bir veritabanı, böyle bir kapasite yoksa, o dalga gelse de geldiği ile kalıyor ve benim beynimde yeni hiçbir şey açığa çıkmıyor! Yani beyne gelen tesirler, beyne gelen tahrik unsurlarıdır... Gelen melekî tesirler belli konulara dönük tahrik unsurudur.
Örneğin; tıbbi deneylerde, elektrotlarla kedinin beynine giriliyor ve seks merkezi uyarılıyor. Hayvanda seks arzusu oluşturuluyor. Ya da kızgınlık merkezine giriliyor, hırlamaya başlıyor...
Aslında, beyne kızgınlık veya seks duygusu aşılanmıyor, beyindeki merkezler “irrité” ediliyor... Bir bölüme yapılan irritasyon, beynin öbür alanına yapılanın aynısı... Ama, bölgeyi etkileyecek irritasyon yapılırsa, oranın, o irritasyonun mahiyeti aynı olmasına rağmen, geldiği merkeze göre o hayvanda değişik tezahür çıkıyor.
Yıldızlardan gelen tesirler de böyle, yalın tesirlerdir! Bir belirli fikir getirmiyor! Fakat, geldiği konumu itibarıyla beynimizdeki hangi açılımlara hitap ediyorsa, hangi açılımları etkiliyorsa ve o açılımlarda bizde nasıl bir veritabanı varsa, bizden ona göre bir davranış ortaya çıkıyor.
Kader dediğimiz olaya da gelince...
Bize belli, nihai, son bir nokta belirlenmiş... Son noktaya ulaştıracak ana bir program da mevcut… Bunun dışındaki tüm olaylar, bizim cüz’ümüzdeki genel programın doğal sonuçlarının yaşanmasıyla oluşuyor. Bizdeki bu program da, her an, boyutsal derinliğimizden gelen melekî tesirlerle karşılıklı alışveriş hâlinde… Yani bunların toplamı olarak, olaylarımız gelişiyor!.. Bu gelişme, hem bâtından, boyutsal derinliğimden hem de zâhirden gelenlerin toplamının sentezi şeklinde, bizden her an açığa çıkıyor!
İşte “irade-i cüz”, bu oluşmanın adı!..
“İrade-i cüz”ü inkâr, bu oluşumu inkârdır!
Bizim, “İrade-i küll yanı sıra, bir de irade-i cüz yoktur” dememizin sebebi, ikisinin aynı anda mütalaa edilmesi dolayısıyladır. Yoksa, esasında varlık “Tek”tir; dolayısıyla irade de tektir!
Sen bilinç boyutunda, ilimle bakarsan, yalnızca varlığın “Vechullâh” denilen “Tek”lik boyutunu görürsün. Tek’lik müşahedesindesindir; “İlm-el yakîn”desindir!
Teklik müşahadesinde, irade bölünmez, parçalanmaz, cüzlere ayrılmaz Tek’tir! Küllî irade, cüzlere ayrılmaz Tek’tir.
Yok eğer, bireysel bazda bakarsan olaya; cüz’de açığa çıkan irade vardır; ve kendinde ortaya çıkan kendine ait kabul ettiği iradesi ile, o birim nereye varacaksa varır!..
İşte Kur’ân-ı Kerîm, algılayabilme kapasiteleri farklı olan insanlara, bu iki projeksiyonu da açıklıyor.
Kur’ân, “Sen ne yaparsan onun karşılığını elde edersin” ifadesi ile, sırf cüziyet açısından olayı değerlendirerek -yanı sıra külliyeti katmadan- cüziyet açısından olayı anlatıyor.
Ya da, saf Teklik projeksiyonuyla olayı yansıtarak, “Sadece Tek bir irade vardır. O da, Allâh!”; “Allâh dışında bir şey yoktur!” anlamı, bu noktayı anlatıyor.
“Sadece Allâh vardır ve O’nun dışında bir şey yoktur!” ifadesi, cüzleri görme projeksiyonu için de geçerlidir, doğrudur! Ama, bunların ikisi bir arada yani aynı anda hem cüz hem de küll varsanarak değil!
Yani, ya biri esas bakış açısını oluşturacak, ya da diğeri. İkisini bir arada düşünmek, değerlendirmek ise, ŞİRK!..
“Külle yevmin HUve fiy şe’n” (55.Rahmân:29)
Âyetinde, dikkat ederseniz “HÛ” ismi var. “ALLÂH” ismi geçmiyor!
“HÛ” ismi, cüz’ün özündeki Teklik boyutu değil mi?.. İşte O, Teklik boyutu, her an cüz’lerdeki tasarrufu oluşturmakta... Oluşumun kaynağı O!..
Yani, şu parmağımın ucundaki hayatiyet ve canlılık, koldan gelen damarların getirdiği enerji ve kan ile kaîm!.. Bu parmağın hareketini, bu hareketi, koldan gelen hareket simgesinin neticesi oluşturuyor.
Genelde yaptığımız bir hata var!..
Âyetleri incelerken biz, orada hangi kelimelerin geçtiğine dikkat etmiyoruz. “HÛ” diyor, biz onu “ALLÂH” isminin işaret ettiği mânâ olarak anlıyoruz...
“HÛ”nun mânâsı; Çokluk görüntüsünün ardındaki, Öz’deki Teklik boyutudur.
Âyette, “HÛ” diyor. Öyle ise biz onu, anlamına uygun olarak dilimize çevireceğiz!..
Kaynak : Tek'in Seyri - Ahmed Hulusi