Message
Allah’ın izniyle; mahlukattan! Ve Allah’ın emriyle; hevandan fani ol!
“Eğer müminler iseniz Allah’a tevekkül edin” (Maide; 23).
Allah’ın fiiliyle iradenden fani ol. İşte o zaman Allah’ın ilmine uygun bir kap haline gelirsin. (2.Şerh)
Senin Allah Teala’nın mahlukatından fani olmanın alameti; onlardan ve onlarla haşir neşir olmaktan kendini uzakta tutman ve onların ellerinde bulunanlardan ümidini kesmendir. (3.Şerh)
Hevandan fani olmanın alameti ise; bir faydanın temini veya bir zararın defi hususunda sebebe tutunmayı ve kazanç elde etmeyi terk etmendir. Keni uğruna hareket etme, kendine ve kendin için dayanma; kendini savunma, kendinden nefret etme; bunların hepsini Allah Teala’ya havale et! Zira; hükümran olan O’dur. Nitekim; bu, sen daha rahimde bir gayb ve beşikte süt emen bir çocuk iken bile O’na havale edilmişti. (4.Şerh)
Ecel vakti gelinceye kadar bu böyledir. Sonunda kavuşma hasıl olur. İşte: “Benim yüzümden kalpleri kırık olanlarla beraberim”in anlamı budur.
‘Ondaki varoluşun durumunda’ şeklindeki sözümüzün anlamıysa; senin bu iradeye temayül gösterip onunla mutmain olmandır. Bir hadis-i kutside Allah Teala Nebi Aleyhissalatu Vesselam’a buyurur ki:
“Kulum, bana, durmadan nafilelerle yaklaşır ki onu seveyim. Onu sevdiğimde onun işiten kulağı, gören gözü, kavrayan eli, yürüyen ayağı olurum.” Bir başka rivayette; “Benimle duyar, benimle tutar ve benimle akleder” ifadesi yer alır. (5.Şerh)
Bu ise ancak fena halinde olur, başka bir şekilde değil. Sen kendinden ve insanlardan fani olduğunda: -ki insanlar da hayır ve şerden ibaret, sen de hayır ve şerden ibaretsin, öyleyse niçin onların hayırlarını umar ve şerlerinden korkarsın- Her zaman olduğu gibi yalnızca Allah baki kalır, hayır ve şer Allah’ın kaderindedir, bu yüzden seni kendi şerrinden emin kılar ve hayrının denizlerine gark eder. Böylece sen, her hayrın kabı; her nimet, sevinç ve mutluluğun kaynağı; emniyet ve sükunun ışığı haline gelirsin.
Fena, müna, mübteğa ve münteha’nın; evliyanın seyr ü süluklarının ulaştığı bir tanım ve sebebi vardır. O da; kendi iradelerinden fani olup Hakk Teala’nın iradesini ikame etmek üzere önceki evliya ve abdalanın talep ettiği istikamettir. Böylece; ölüm anına kadar daima Hakk Azze ve Celle’nin iradesiyle irade ederler. Onlara ‘abdal’ isminin verilmesinin sebebi de budur. Bu yüce şahsiyetlerin günahı; yanılma, unutma, halin galip gelmesi ve şaşkınlık gibi sebeplerle Hakk’ın iradesine kendi iradelerini ortak etmeleridir. Bunun üzerine Allah, onları, hatırlatmak ve uyandırmak suretiyle rahmetiyle kuşatır ve onlar da bundan vazgeçip Rabbleri’ne istiğfar ederler. Zira; iradeden sadece melekler muaftır. Onlar iradeden korunmuşlardır. Nebiler de hevadan korunmuşlardır. Mükellef olan diğer insanlar ve cinler ise; ne iradeden, ne de hevadan mahfuzdurlar. Ancak evliyanın bazısı hevadan muhafaza edilirler, abdalın bazısı da iradeden. Ama bunlardan masum değildirler, zira; kimi zaman irade ve hevaya meyletmeleri mümkündür. Bu durumda da Allah Azze ve Celle, rahmetiyle uyandırmak suretiyle onları istikamete eriştirir.
Kaynak : Fütuhu'l Gayb (Alemlerin Kapısı) - Abdülkadir Geylani