Message
Nasipler üç kez terk edilir:
Kulun yaşantısı; bütün hallerinde Rabbine kulluk etmeksizin, kendi yaratılışının gereklerine göre davranmak suretiyle şeriata bağlı kalmaksızın ve hükmünün belirlediği sınırları tanımaksızın, fitnelere bulaşmış bir şekilde geçip giderken, Allah ona nazar eder, yani merhamet eder. Kendi halkından ve salih kullarından olan bir vaizi, uyarması için ona gönderir. Nefsinden bir vaizle bunu pekiştirir. Bu iki vaiz nefsi ve tabiatı üzerinde (ikazlarında) yardımlaşırlar. Nasihat amelini icra eder. Ve kişi tabiat ve muhalefet bineğine binmedeki ayıbı görür ve bütün tasarruflarında şeriata yönelir. Kul tabiatından fani olmakla, şeriatla kaim olan bir müslüman olur. Dünyanın haramlarını ve şüpheli şeylerini ve halktan gelecek ihsanı terk eder (birinci terk). Hak Azze ve Celle’nin mubah kıldığı ile; yiyecek, içecek, giyecek, eş ve mesken gibi şeriatın helal kıldığı şeylerden ihtiyacı kadarını alır. Bunu; bünyesini korumak ve Rabbi Azze ve Celle’ye taatte kuvvetli olmak, kimsenin tecevüz edemeyeceği kısmetinden faydalanmak için yapar. Çünkü; onu almadan, ona bulaşıp, istifade etmeden dünyadan çıkmak için bir yol yoktur. Böylece o; bütün hallerinde mubah ve helal bineğiyle yürür. Bu binek, onu velayet eşiğine kadar götürür ve Hakk müridleri ve azimet ehli olan havass ve muhakkikler zümresine dahil eder. İşte o zaman batınından –Hakk Azze ve Celle tarafından- bir nida işitir: ‘Nefsini terk et ve gel (ikinci terk)! Eğer Hakk’ı murad ediyorsan, kısmetleri ve mahlukatı terk et! Ayakkabılarını çıkar! Onlar senin dünya ve ahiretindir. Oluştan, mevcudattan, olacaklardan (üçüncü terk) ve bütün emellerden sıyrıl! Bunları dert etme Hepsinden fani ol! Tevhidle güzelleş! Şirki bırak! İradeyi gerçekleştir! Sonra gir: Edeple düzlenmiş o geniş araziye bas! Ahirete doğru; sağına ve dünyaya doğru; soluna bakma! Mahlukata ve nasiplere de yönelme!’ Bu makama erip kavuşma tahakkuk ettiğinde, Hakk Azze ve Celle tarafından hil’at gönderilir. Onun örtüsü türlü marifetler, ilimler ve çeşitli lütuflardır. Ona denilir ki: ‘Gör!’ O bunu uygun bulur, nimetlere ve lütuflara karışmayı tartışmaz, acı tatlı cereyan eden herşeyi kötü görmez. Haller sayılıdır. Onların hududunu muhafaza etmek emredilmiştir. Lütuf ki; o kaderdir ve hudutsuzdur: Nasıl muhafaza edilsin!
Nasipler dört türlüdür:
Birincisi, yaratılışla ilgili olanlardır; haramlar.
İkincisi, şeriatla ilgili olanlardır; mubahlar ve helaller.
Üçüncüsü, emirle gelen nasiplerdir; velayet hali ve hevanın terki.
Dördüncüsü, lütufla gelen nasiplerdir; iradenin yok olması hali ve abdallığın husulü. Meydana gelen bu hal (dördüncüsü) Hakk’ın fiili olan kaderle kaim olan bir muraddır. Bu da ilim ve hakkaniyetle insaf halidir. Bir kimse ancak bu makama eriştiğinde, gerçekten salih diye isimlendirilebilir. Kuran’ın buyurduğu gibi:
“Şüphesiz ki benim koruyanım Kitab’ı indiren Allah’tır. Ve O, bütün salih kullarını görüp gözetir” (A’raf; 196).
O elini, faydalara ve menfaatlere uzatmaktan, zarar ve mefsedeti def etmekten alıkoyar. Annesinin kucağındaki bebek veya gassalin elindeki meyyit gibidir. Hiçbir seçim ve tedbir kullanmaksızın kaderin eli ve terbiyesi altında kalmaya devam eder. Bunların hiçbiri; ne hal, ne makam, ne de iradedir. Aksine bu; kudretle birlikte kaim olmaktadır. Bazen bast halinde, bazen kabz halindedir. Bazen zenginleştirilir, bazen de fakirleştirilir. Bu durumun bitmesini ya da değişmesini arzu etmenin aksine; sürekli bir rıza ve ebedi bir muvafakat halindedir. Bu, evliyanın hallerinin ulaştığı son noktadır. Sırları mukaddes olsun! Amin.
Kaynak : Fütuhu'l Gayb (Alemlerin Kapısı) - Abdülkadir Geylani