Message
Kalbin acaip halleri duyuların idrâklerinin dışına taşmıştır. Çünkü kalp de hissin idrâkinin dışındadır. Duyularla idrâk edilmeyen birşeyi, anlayışlar ancak görünür bir misâl ile kavrayabilir. Biz de bunu zayıf anlayışlara iki misâl ile yakınlaştıracağız.
Birinci Misâl: Bir yerde kazılmış bir havuz düşünürsek, nehirlerden bu havuza su akma ihtimali vardır veya havuzun altından deşilip toprağı atmak sûretiyle suyun merkezine varıncaya kadar kazarsak havuzun altında suyun kaynaması ihtimali de vardır. Bu şekilde elde edilen su daha saf ve daha devamlıdır. Bazen de daha bol olur. İşte kalp havuza benzer, ilim de suya... Beş duyu da nehirlere... Bazen ilimleri, duyular vasıtasıyla kalbe gönderme imkânı vardır. Bazen de görünenlerden ibret alma vasıtasıyla kalbe gönderme imkânı vardır. Böylece kalp, ilimle dolar. Bu nehirleri halvete ve uzlete çekilmek, gözü kapatmak, temizleyerek kalbin derinleşmesini sağlamak, kalpten perdeleri kaldırmak sûretiyle kapatmak da mümkündür ki kalpte ilmin pınarları içten kaynasın!
Eğer 'İlimden boş olduğu halde, kalpte ilmin kaynaması nasıl mümkün olabilir?' dersen, bil ki böyle olması, kalp sırlarının acâipliklerindendir. Muamele ilminde bunu açıklamaya ruhsat yoktur. Açıklaması mümkün olan miktar şudur: Şeylerin hakikatleri levh-i mahfuzda yazılıdır. Hatta mukarreb meleklerin kalplerinde de yazılıdır. Nasıl ki mühendis olan bir zat, birtakım binaları kalbinde tasavvur eder, sonra tasavvur ettiği gibi onu fiiliyata dökerse, aynen onun gibi gökler ve yeri yoktan var eden Allah da âlemin plânını başından sonuna kadar levh-i mahfuzda yazmıştır. Sonra ona uygun olan varlık âlemine çıkmıştır. Sûretiyle var olan âlemden diğer bir sûret his ve hayale sirayet eder. Çünkü göğe ve yere bakan bir kimse, sonra gözünü kapatırsa, hayalinde gök ve yerin sûretini görür. Hatta sanki onlara bilfiil bakıyormuş gibi olur. Faraza yer ile gök yok olup, o adam kalsa dahi yine nefsinde yer ile göğün sûretini bulacaktır. Sanki onları müşahede eder, onlara bakar gibi... Sonra onun havalinden bir eser kalbine nüfuz eder. Kalpte, his ve hayale giren şeylerin hakikatleri hâsıl olur. Kalpte hâsıl olan, hayalde hâsıl olan âleme, hayalde hâsıl olan âlem de insan hayalinin ve kalbinin haricinde olan mevcut âleme uygundur. Mevcut âlem de levh-i mahfuzda mevcut olan şeye uygundur. Sanki âlemin varlıkta dört derecesi vardır:
1. Levh-i mahfuz'daki varlık. Bu varlık, cismanî varlıktan öncedir.
2. Bu varlığın arkasında, varlığın ikinci derecesi olan hakikî varlık gelir.
3.Bunu da hayalî varlık takip eder. Hayalî varlıktan gaye; sûretinin hayaldeki varlığı demektir.
4.Hayalî varlığın peşinden aklî varlık gelir. Aklî varlıktan maksadım; sûretinin kalpteki varlığıdır. Bu varlıkların bazısı ruhanî, bazısı cismanîdir. Ruhanî varlıkların bazısının ruhanîliği bazısından daha şiddetli ve kuvvetlidir. Bu lûtuf, ilâhî hikmetten gelmektedir. Çünkü Allah Teâlâ senin gözbebeğinin küçüklüğüne rağmen onu öyle yaratmıştır ki oracıkta âlemin, göklerin ve yerin bunca genişliğine rağmen sûreti tab' olunur. Histeki varlığından bir varlık hayale sirayet eder. Hayalden bir varlık kalbe gelir. Çünkü sen, hiçbir zaman sana gelenin dışında birşeyi idrâk etmemektesin. Eğer bütün âlemin bir misâli senin zatında olmamış olsaydı asla zâtına aykırı düşen şeyden senin haberin olmayacaktı. Kalpte ve gözde, bu acaiplikleri tedvîr eden, sonra bunların idrâkinden kalbi ve gözleri kör eden -öyle ki halkın çoğunun kalpleri,kendi nefsini ve nefsindeki acaiplikleri bilmemektedir Allah'ın şânı ne yücedir!
Biz maksud olan hedefimize dönelim. Kalpte âlemin hakîkat ve sûretinin hâsıl olması, bazen duyulardan, bazen de levh-i mahfuz'dan ileri gelir. Nasıl ki gözde, güneşin sûreti, bazen güneşe bakmak, bazen de güneşin tam kaşısında bulunup güneşin sûretini yansıtan suya bakmak sûretiyle hâsıl oluyorsa... Bu bakımdan kalp ile levh-i mahfuz arasındaki perde kalktığı zaman, levh-i mahfuzdaki eşyayı görür ve levh-i mahfuzdan kalbe doğru ilim akmaya başlar. Böylece duyuların, iç âlemlerinden ilimleri iktibas etmeye ihtiyacı kalmaz ve böyle olan bir kalp, tıpkı yerin derinliğinden kaynayan suya benzer. Görünenlerden hâsıl olan hayallere yöneldiği zaman kalbin bu yönelişi levh-i mahfuz'u seyretmesine perde olmaktadır. Nitekim su nehirlerde toplandığı zaman, bu toplanışı yerden suyun kaynamasına mâni olduğu gibi veya güneşin sûretini yansıtan suya bakan bir kimsenin güneşin kendisine bakmış olmadığı gibi... Bu bakımdan kalbin iki kapısı vardır:
1. Melekût âlemine açılan kapı. Melekût âlemi, 'levh-i mahfuz' ve 'melekler âlemi' demektir.
2. Beş duyuya doğru açılan kapı. O duyular ki mülk ve şehâdet âlemine yapışıktırlar. Şehâdet ve mülk âlemi de bir tür yansıtma ile melekût âlemini aksettirirler. Duyulardan iktibasa doğru kalbin açılan kapısı ise, bunun nasıl olduğu sende gizli değildir. Melekût âlemine ve levh-i mahfuz'un mütalâasına açılan dahilî kapı ise, onu ancak yakînen rüyanın acaipliklerini, kalbin uyku âleminde gelecek zamandaki olaylara muttalî olmasını veya mâzide olan olayları görmesini, duyular cihetinden bunları iktibas ihtimâli olmadığı halde, böyle olmasını güzelce düşünürsen öğrenmiş olursun. Bu kapı, ancak ve ancak Allah Teâlâ'nın zikri için tamamen boşalmış bir kimseye açılır. Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle demiştir:
- Müferridler yarışı kazandılar.
- Ya Rasûlallah! Müferridler de kimlerdir?
- O kimselerdir ki Allah'ın zikrine bütün varlıklarıyla dalmışlardır. O'ndan başkasıyla konuşmazlar. Bu zikir onlardan yüklerini indirmiştir ve onlar bu sayede kıyamete yükleri hafif olduğu halde gelmişlerdir.
Sonra ben yüzümle onlara yönelirim. Acaba yüzümle yöneldiğim bir kimseye neyi vermek istediğimi bilir misin veya herhangi bir kimse biliyor mu? Onlara ilk verdiğim nûru onların kalbine atarım. Buna binâen benim onlardan haber verdiğim gibi onlar da benden haber vermeye başlarlar.
Bu haberlerin giriş kapısı dahilî kapıdır. Bu bakımdan evliyâ ile enbiyânın ilimleriyle ulema ile hükemânın ilimleri arasındaki fark şudur: Evliyânın ve enbiyânın ilimleri kalbin dahilinden gelir, melekût âlemine açılan kapıdan gelir. Hikmet ilmi ise, duyuların kapılarından gelir. O kapılar ki mülk âlemine açılmışlardır. Kalp âleminin acaiplikleri, kalbin şehâdet ve gayb âlemleri arasındaki tereddüdünü muamele ilminde tamamen sayıp dökmek mümkün değildir. İşte bu, iki âlemin girişlerinin arasındaki farkı sana bildiren bir misâldir.
Kaynak : İhya-u Ulumiddin - İmam Gazali