Message
İtiraz: Sen ruhu vasfedip onun misalini söyledin. Oysa Hz, Peygamber'e ruh sorulmuş, şu ayetin dediğinden başkasını söylememiştir:
Sana ruh hakkında soruyorlar. De ki: 'Ruh rabbimin emrindendir.' (İsrâ/81)
Görüldüğü üzere Hz. Peygamber onlara, senin belirttiğin gibi ruhu vasıflandırmamıştır?
Cevap: Bu ruh lâfzında olan mânâların ortak oluşundan gaflet etmektir; zira ruh birçok mânâya gelir. Biz onları zikretmek sûretiyle meseleyi uzatmadık. Oysa biz o mânâlardan lâtif bir cismi vasıflandırdık ki doktorlar o cisme ruh derler. Doktorlar onun sıfatını, varlığını, azalarda nasıl gezdiğini, azalarda onun vasıtasıyla hisler ve kuvvetlerin nasıl meydana geldiğini söylemişlerdir. Hatta azalardan bazısı gevşediği zaman, bu gevşemenin ruhun yoluna çıkan bir engelden meydana geldiğini bilirler. Onlar gevşeyen yeri değil de damarların köklerini ve onlardaki engelin yerlerini tedavi ederler. O engeli aşacak ilâçlarla tedavi yaparlar; zira bu cisim lâtif olması hasebiyle damarlara nüfuz eder. Onun vasıtasıyla kalpten diğer azalara sirayet eder. O ruh doktorların ihtisas sahasına girer. Onun işi kolaydır ve o beşerin seviyesine iner.
Asıl olan ruha gelince, o öyle bir ruhtur ki fesada gittiği zaman bütün beden fesada gider. O ruh, Allah Teâlâ'nın sırlarından bir sırdır. Biz onu vasıflandırmadık. Onu vasıflandırmaya ruhsat da yoktur. Ancak şöyle denilebilir: 'O rabbanî bir emirdir'.
De ki: 'Ruh, rabbimin emrindendir.' (İsrâ/81)
Rabbanî olan emirleri akıllar vasıflandıramaz. Hatta halkın çoğunun aklı, o emirlerden hayrete kapılır. Vehim ve hayaller ise o emirlerden zarurî olarak eksiktir. Tıpkı gözün sesleri idrâk etmekten yoksun olduğu gibi... O rabbanî emirlerin vasfının başlangıcını zikretmekte cevher ve arazla bağlı bulunan onun varlığında hapis olan akılların düğümleri bile sarsılır. Onun vasfından akılla hiçbir şey idrâk edilmez. Ancak akıldan daha şerefli ve daha yüce bir nûrla idrâk olunur. O nûr peygamberlik ve velîlik âleminde doğar. O nûrun akla nisbeti, aklın vehim ve hayale nisbeti gibidir. Allah Teâlâ birçok devirler yaratmıştır. Nasıl ki çocuk, mahsusatı (duyularla hissedilenleri) idrâk eder de mâkulâtı (akıl ile bilinenleri) idrâk edemezse...
Çünkü bu öyle bir şeydir ki çocuğun aklı ona yetişmez, aynen onun gibi baliğ olan bir kimse makulatı idrâk edip onun ötesini idrâk edemez. Çünkü o daha ulaşamadığı bir haldir. Muhakkak bu şerefli bir makam, tatlı bir meşreb, yüce bir mertebedir. Burada Allah Teâlâ iman ve yakîn nûruyla mülâhaza edilir. Bu meşreb, herkesin yolu olmaktan yücedir. Ona ancak bir fertten sonra diğer bir fert muttali olabilir. Allah Teâlâ'nın (keyfiyetsiz) bir eşiği vardır. O eşiğin girişinde geniş bir meydan vardır. Meydanın başlangıcının üzerinde bir eşik vardır. O eşik o rabbânî emrin merkezidir. Kim bu eşikten geçmeye yetkili olanı ve eşiği koruyanı görmezse o meydana varması muhaldir. Onun ötesindeki yüce müşahedelere nasıl varabilir? Bu nedenle denildi ki: 'Nefsini bilmeyen rabbini bilmez!'
Acaba doktorların bildiklerinde bunlara nerede tesadüf edilir? Doktor nerede bunları mülâhaza edebilir? Doktorun yanında ruh diye adlandırılan mânâ, bu rabbanî mânâya nisbeten padişahın bastonu ile hareket ettirilen topun padişaha nisbeti gibidir. Bu bakımdan tıbbî ruhu bilen bir kimse, rabbani emri (ruhu) bildiğini zanneden, padişahın bastonuyla hareket ettirilen topu görüp padişahı gördüğünü zanneden bir kimse gibidir. Bu kimsenin büyük bir yanılgıya düştüğünde şüphe yok! Bu hata böyle bir kimsenin hatasından daha fâhiştir.
Teklifin medârı olan ve kendileriyle dünyanın maslahatları idrâk olunan akıllar, bu emrin hakikatini mülâhaza etmekten yoksun oldukları için, Allah Teâlâ Hz. Peygamber'e bu ilâhî ruhtan bahsetmeye izin vermemiştir. İnsanlarla akıllarının alabileceği şekilde konuşmasını emretmiştir. Allah Teâlâ kitabında bu ruh 'un hakikatinden birşey zikretmemiştir. Ancak onun nisbet ve fiilini zikretmiş, zatını zikretmemiştir.
Onun nisbeti şu ayette zikredilmiştir:
Ruh rabbimin emrindendir. (İsrâ/85)
Onun fiili de şu ayette zikredilmiştir:
Ey huzura eren nefis! Razı edici ve razı edilmiş olarak rabbine dön! (Salih) kullarımın içine gir. Cennetime gir! (Fecr/27-30)
Kaynak : İhya-u Ulumiddin - İmam Gazali