Message
Şükrün yapılması, küfrün terki, ancak Allah'ın sevdiğini, sevmediğinden ayırdetmekle tamam olur; zira şükrün mânâsı; Allah'ın nimetlerini, Allah'ın sevdiği yerde kullanmaktır. Küfrün mânâsı ise, bunun zıddıdır. Bu da ya nimeti kullanmayı tamamen terk etmekle veya Allah'ın sevmediği yerde kullanmakla olur! . Allah'ın sevdiğini sevmediğinden ayırmak iki şeyle olur. Onlardan biri, kulaktır. Kulağın istinad ettiği ayet ve haberlerdir. İkincisi, kalbin gözüdür. O da ibret gözüyle bakmak demektir. Bu sonuncusu zordur ve bunun için de pek nâdirdir. Bu nedenle Allah Teâlâ peygamberleri göndermiş, halk için yolu kolaylaştırmıştır. Bunun marifeti, kulların fiilerindeki şer'î hükümlerin tamamını bilmeye bina edilir. Öyle ise kim bütün fiillerinde şeriatın ahkamına muttali olmazsa, hakkıyla şükretmesine imkân yoktur.
İkincisine gelince, o da ibret gözüyle bakıp, her yarattığı mevcutta Allah'ın hikmetini idrâk etmektir; zira Allah, âlemde her ne yaratmışsa onda bir hikmet vardır. O hikmetin altında bir maksad vardır. O maksad da Allah'ın sevdiğidir. O hikmet, açık ve gizli diye iki kısma ayrılır:
Açık hikmet, güneşin yaratılışındaki hikmeti, güneşle gece ile gündüz arasında fark meydana gelsin diye gündüzün maişet zamanı, gecenin istirahat zamanı olduğunu, gündüz sayesinde hareketin kolaylaştığını, gece sayesinde sükûnetin sağlandığını bilmektir.
İşte bu, güneşte bulunan hikmetlerin biridir; zira güneşte daha nice nice hikmetler vardır. Bulut ve yağmurun yağışındaki hikmet de böyledir. Bu, yerin bitki çeşitlerini fışkırtması, halka ekin yeri, hayvanlara da otlak olması içindir. Kur'an, halkın anlayışının tahammül edebileceği açık hikmetlerin birçoğunu kapsamıştır, Halkın anlamaktan âciz oldukları ince hikmetleri deşmemiştir:
Biz yağmuru bol bol yağdırdık. Sonra toprağı güzelce yardık. Orada taneler, üzümler, yoncalar, zeytinler hurmalar, iri ve sık ağaçlı bahçeler, meyveler ve çayırlar bitirdik. (Abese/25-31)
İster seyyar, ister sabit olsun, diğer yıldızlardaki hikmetler gizli hikmettir. Ona herkes muttali olamaz. Halkın onların göklerin süsü olduğunu ve insanın onlara bakmaktan zevk duyduğunu bilmekten başka, anlayabileceği birşey yoktur.
Biz en yakın göğü ziynetle/yıldızlarla süsledik. (Sâffât/6)
Bu bakımdan âlemin bütün parçaları, göğü, yıldızları, rüzgârları, deniz ve dağları, madenleri, bitkileri, hayvanları, bütün bunların zerrelerinin herbiri için birçok hikmetler vardır. Bir hikmetten on hikmete kadar, bir hikmetten on bin hikmete kadar... Hayvanların azaları da, hikmeti bilinen ve bilinmeyen kısımlara ayrılır. Gözün saldırmak için değil, görmek için, elin yürümek için değil, tutmak için, ayağın koklamak için değil yürümek için yaratıldığını bilmek gibi misaller, hikmeti bilinen misallerdir. Barsak, öd, karaciğer, böbrek, damarlar, adeleler ve onlardaki borular, toplar ve atar damarlar, safranın bozulması, ince kalın barsaklar ve diğer sıfatlardan ibaret olan bâtınî azalara gelince, onlardaki hikmeti insanların çoğu bilmezler. Onları bilenler de Allah'ın ilmindeki hikmetlere nisbetle az birşey bilirler. (Bunlar da hikmeti bilinmeyenlerin misalleridir).
Ve size ilimden az birşey verilmiştir. (İsrâ/85)
Madem durum budur, kim birşeyi onun yaratıldığı cihetin dışında ve ondan irade edilen yönde değil de başka bir yönde kullanırsa, o kimse kullandığı o şeydeki ilâhî nimeti inkâr etmiş olur. Bu bakımdan kim eliyle başkasını döverse el nimetini inkâr eder; zira el, helâk edicileri uzaklaştırması için verilmiştir, faydalı olması için yaratılmıştır. Eliyle başkasına vurmak için yaratılmış değildir. Kim namahrem bir kadının yüzüne bakarsa, gözün ve güneşin nimetini inkâr etmiş olur; zira görmek, bunların ikisiyle tamam olur. Oysa bunlar, şahıs onlar vasıtasıyla din ve dünyası hakkında faydalı olan görsün diye yaratılmışlardır. Oysa kişi onları onlardan irade edilen maksadın dışında kullanmıştır.
Kaynak : İhya-u Ulumiddin - İmam Gazali