Abdullah b. Mübarek’e “Ey Zahid!” diye seslendiklerinde o “Ben zahid değilim. Asıl zahid Ömer b. Abdülaziz’dir. Zira dünya ona boyun eğip geldiği halde o, bunu terk etmiştir. Bana gelince ben neyin zahidliğini yapacağım, neyi önemseyeceğim!?” demiştir. Aslında bunları söyleyen Abdullah b. Mübarek de hatırı sayılır zenginliğe sahip gerçek bir zahid idi.
Ebu Talib el-Mekki kalbini malına bağlamayan zenginin, yokluk içindeyken varlığa imrenmeyen fakirin gerçek zühd sahibi oldukları tespitinde bulunmuştur. Endülüslü alim Muhammed b. Ahmed de benzer yaklaşımı ifade sadedinde, kalbi dünyaya aldırış etmeyen zengin insanın gerçek bir zahid olduğunu, buna mukabil, hırsla dünya için çalışan fakirin ise zühdle hiç bir ilgi ve alakasının bulunmadığını söylemiştir.
Zühdün en üst mertebesi dünya gibi ahireti de Allah sevgisinde unutmak, sadece bu yüce sevgiyi duymak, onun sevk ve idaresiyle kulluk ve ibadet etmektir. İnsanların takdir ve teveccühünü istememek, helalle kanaat etmek, fuzuli şeylerden uzak durmak, mütevazı olmak gibi yaklaşımlar da zühd kavramını tanımlayan ifadelerdir.
Haris el-Muhasibi zühdün dünyaya ait kıymet ve değerlerin kalbden atılmasıyla ancak tahsil edilebileceğini ifade eder. Ona göre kalb, eşyaya değer vermez hale gelince artık dünyanın varlığı ile yokluğu arasında fark kalmaz olur. Böylelikle de zühde ait mana kalbde gerçekleşmiş demektir.
İmam Gazzali, kalbin dünyayı terk etmesinin bir karşılığı ve sebebi olması gerektiğini ifade eder. Bu sebep ve karşılık ya cehennem ateşinden, kabir azabından, ya cennet ve içindekilerinden, ya da bizzat Yüce Allah’a olan sevgiden ötürü olmalıdır. O ayrıca zühdün kelime manasından hareketle, onun, dünya malından, riyaset ve başa geçme hevesinden, dünyevi lezzet ve beşeri arzulardan uzaklaşmak olduğunu açıklamış, en son olarak da onun Allah Teala’dan başka her şeyi terk etmek şeklinde bir tezahürü olacağını söylemiştir.
Aktarılan tanım ve yaklaşımlardan da anlaşıldığı üzere, alimler zühdü, kendi şahsi algı ve anlayışlarına göre ifade etmelerinin yanında, kendi çağlarının idrakine göre de anlamış ve tarif etmişlerdir.