Message
Bu kelime, sözlük manası itibarıyla “bilmek” demek olan marifet kelimesinin, Allah lafzına sıfat olmuş halidir ve “Allah bilgisi” anlamına gelmektedir. “Vicdan ve iç tefahhusla elde edilen hususi bir bilgi” manasına da gelen marifetullah, “...zati ve subuti sıfatları itibarıyla Hz.Zat’ı bi kemu keyf bilme demektir ki, bu insanın başka şeyleri ihata, idrak ve belirleyip bir çerçeve içerisine koymaktan çok farklı bir marifettir ve tamamen vicdani duyuş, seziş ve bilişten kaynaklanmaktadır. Zati itibariyle bir mevcud-u meçhul olan Cenab-ı Hakk’ı isim ve sıfatlarıyla bilmekten ibarettir. Bu ifadelerde bizatihi Allah bilgisi tarif edilirken şimdi aktarılacak tarifler ise marifetullahın pratik hayattaki yansıması ile ilgilidir. Bu bakış açısıyla marifetullah: “Hakk yolunun yolcularınca, bilmenin bilenle bütünleşip onun tabiatı haline gelmesi ve bilenin her halinin Bilinen’e tercüman olması mertebesi” ve “vicdani bilginin zuhur ve inkişafıdır.” İsim, sıfat ve icraatlarıyla bilinen Yüce Allah, zamanla müminin kalbinde Kendi varlığını hissettirir. O’nun varlığını tarifler üstü ve ötesi hissedip duyan gönül, bütün davranış ve konuşmalara hükmetmeye başlar. Böyle bir kalb sahibinin her hali ise adeta Allah Teala’yı anlatan bir mükemmel kitap veya birçok kabiliyetli bir hatiptir.
Zaten marifeti, marifet sahibi mümine verilen ad olan “arif”i tanımlayan çoğu ifadeler, bu vicdani bilginin yansımasını anlatmaktadırlar. Örneğin Kuşeyri, Allah’ı bilen bir müminden eşyaya olan rağbetin yok olacağını söylemektedir. Hüseyin b. Mansur’a göre arifin alameti, onun dünya ve ahiretten ilişkisini kesmesidir. Yusuf b. Ali hakiki arif olabilmek için Hz.Süleyman (a.s.)’a verilen servet ve zenginliğin benzerine sahip olunsa bile, göz açıp kapama anı kadar bu servet ve zenginlikle gönlün meşgul olmaması gerektiğini ifade etmiştir.
Hucviri, marifetullahı ilmi ve hali diye ikiye ayırmıştır. İsimlerden de anlaşılacağı üzere, ‘ilmi marifet’, teorik olarak Allah bilgisine sahip olmak, ‘hali marifet’ de Allah Teala ile sıkı irtibatı olan müminlerin pratik hayatlarında gözüken marifetullah tezahürleridir. Yine ona göre marifet, kalbin Allah ile hayat bulması ve Allah’tan başka her şeye kapalı hale gelmesidir. Bu yaklaşım, marifetullahın zühd ile ne kadar yakın alakalı olduğunu göstermesi bakımından önemlidir.
Hucviri’nin şu ifadesi de enfestir:
“Allah bedeni biçimlendirmiş ve onun hayatını ruha emanet etmiş, kalbi biçimlendirmiş ve onun hayatını da Kendine emanet etmiştir.”
Yine ona göre kalb Allah’tan başkasını rehber olarak kabul etmez. O’ndan kopuk bir kalbin marifete ulaşması da mümkün olamaz. Ayrıca “Marifet özü, Allah’tan başka her şeyden yüz çevirmektir.” diyen Hucviri, marifet ile zühd arasındaki sıkı bağı ifade etmiş olmaktadır. Zira Allah’a yönelemeyen, O’nu her şeye tercih edemeyen bir kalbin zühd ile alakası yoktur. Böyle bir yönelişi yapabilen kalb, zahid bir kalb olmanın yanında aynı zamanda Allah’ı bilen bir kalb olmaktadır. Bir başka deyişle, kalbin Cenab-ı Hakk’a teveccüh edebilmesi, O’nu bilmesine bağlıdır. Hatta diyebiliriz ki bu yöneliş ile bilme arasında doğru orantı vardır. Kalb, Yüce Allah’ı ne kadar bilir marifette ne kadar ziyadeleşirse, O’na yönelişte de aynı derecede bir artma, dolayısıyla zühdde de bir ziyadeleşme meydana gelir.
Marifetin tezahürleri olarak şunlar anlatılmıştır: Marifet sahibi, bütün davranışlarında Allah’ı tasdik eder. Ahlakını bayağılıklardan temizler. Dünyanın cazibedar güzelliği onu etkileyemez. Artık Hak kapısında aktif bekleme süreci başlamıştır. Kalben itikafa çekilir. Nefsinin mırıltılarından kurtulur. Allah’tan başkasını çağrıştıran bütün hayal ve düşüncelerden kalbini arındırır, arındırmanın mücadelesini bir an olsun durdurmaz. Kalbi derinlikleriyle Cenab-ı Hakk’a yaptığı münacatını kesintisiz devam ettirir. O, bu mertebeye yükselince artık her lahzada O’na rucu eder, O’na yönelir. Yüce Allah’a ait sırlardan kendisine lütfedilen kadarını başkalarına duyuran bir lisan olur. İşte bu insana arif, onun bu haline de marifet denir.
Kaynak : Zühd - Mehmet Y.Şeker