Message
Sabah yataktan kalktığımızda oramız buramız ağrır da acaba yatakta mı bir problem var yoksa yastığı mı değiştirmek gerekir deriz. Ortopediğinden tutun da bilmem nesine kadar türlü türlü yataklar, yastıklar. Oysa kalacağımız taş çatlasa bir asır. Ya o daracık mezarda kaç asır? Yüzlerce, binlerce sene? Ya vakit! Vakit nasıl geçecek onca sene?
Ölen kişi mezara konana kadar etrafında olup bitenlerin farkında olurmuş. Aynı şu andaki bilincinizle cenazenizi kim yıkadı, namazınızı kimler kıldı, kimler tabutunuzu taşıdı, mezarınıza kimler toprak attı, kimler dua etti,... Son yolculuğunuzda kimler size eşlik etti moral verdi!
Hadi koçum Aslanım! Cümle alem arkanda! Alkışlar, şak şaklar,... Böyle mi olmalı?
Devir geçtikçe, ‘Modernleşme’ denen canavar insanları esir aldıkça zaman gelecek belki de mezarınızın başında bir Fatiha, üç Kuluvallah dahi okuyacak bir nesil bulamıyacaz. Nerde Yasin’ler, nerde Hatim’ler. Mezarlığa girdiğinizde size verecekleri elektronik karta paranızla yükleyeceğiniz duaları, mezarın başına gelip mezar taşına kartı okuttuğunuzda Kur’an okunmaya başlar gibi bir sistem olur heralde.
Oysa, Peygamberefendimiz defin işlemi sonrası herkes gidene kadar bekler, sonrasında vefat eden kişiye moral verici, yeni durumunu idrak etmesini kolaylaştıracak dualar eder. İlk sorgusu için ona cesaret verirmiş.
Münker ve Nekir isimlerini duymuşsunuzdur. Duymadıysanız şimdi iyi belleyin. Kabirde defin işlemi sonrası herkes dağılıp, siz yalnız kaldıktan sonra sizi ilk sorguya çekecek meleklerdir. Size Rabbinizi, dininizi ve peygamberinizi soracaklar.
Bu sorulara doğru cevap verdiğiniz takdirde kabriniz genişler, size cennet bahçeleri gösterilir, kokusunu duyarsınız ve mahşere kadar uyumaya devam edersiniz. Eğer cevap veremezseniz vay halinize. İşte kabir azabı denen azap orada başlar. Nedir kabir azabı? Bu dünyada en çok neye bağlandınız, neye alıştıysanız onlar.
Ölmeden önce ölmeyi başaramadınız ve sizi teknolojinin ortasından şehrin göbeğinden o rahat ortopedik yatağınızdan aldılar Afrika’nın balta girmemiş ormanının derinliklerine bıraktılar. Ve bundan daha da kötüsü.
Sizi ıssız bir adaya götürecek olsalar yanınızda ne olmadan yapamazsınız? Eşiniz, çocuğunuz, anneniz, babanız, eviniz, arabanız, sigara, alkol, eğlence hayatı,....? YAPACAKSINIZ! Hem de tek başınıza. İşte kabir azabını bunlarla yaşayacaksınız. Maddi dünyanın sizin gözlerinizi boyadığı nimetler ile.
Yarı uyur, yarı uyanık bir vaziyette, herşeyi hissedip, ama hiçbir şey yapamadan, kurtların, böceklerin, solucanların çürüyen vücudunuzu kemirmesini hissetmek...! Umarım cennet bahçeleri gösterilenlerden olursunuz. Allah (C.C) hepimizi kabir azabından korusun.
Hz.Ömer, sezsizce Allah Rasulünün dinlenmekte olduğu odaya girer. Bir an çevresine göz gezdirir. Tavana asılmış kuru bir deri parçası, bir torbanın içinde bir kaç kg. arpa, duvara dayalı bir kaç ağaç yaprağı ve yerde de Hz. Muhammed'in (S.A.V) üzerinde uyumakta olduğu hurma lifinden örülmüş kaba bir hasır.
Bu durum karşısında ağlamaya başlayan Hz.Ömer'in hıçkırıkları O'nu uyandırır. Kalkınca hasırın vucüdunda iz yaptığını, kan oturduğunu gören Hz. Ömer omuzları sarsıla sarsıla ağlamaya başlar. Hz.Muhammed (S.A.V) hayretle sorar:
-Ey Hattaboğlu! Niçin ağlıyorsun?,
-Ey Allah'ın Rasulü! İranlılar imparotorlarını saraylarda yaşatırken, Bizanslılar Kayserlerini lüks ve ihtişama boğmuşken sen ki Allah'ın Rasulüsün...İzin versen de,biz de seni...
Maksat anlaşılmıştır,Allah'ın Rasulü, gelecekteki halifesinin sözünü hüzünlü bir tebessüm,tatlı bir el işareti ile keser ve “Bu dünya hayatı sadece bir eğlence ve oyundan ibarettir. Ahiret yurduna gelince,işte asıl hayat odur. Keşke bilmiş olsalardı” (Ankebut,64) ayetini okuduktan sonra ekler.
-İstemez misin Ey Ömer! Dünya onların olsun,ahirette bizim....
Barış Muçe