Message
Bundan bir kaç sene önce camide oturmuş ikindi namazı vaktini bekliyordum. Bir genç geldi ve yanıma oturdu. Bir süre sonra bana “Haşr Suresi’nin son ayetlerini bilirmisin, bana çocukluğumu hatırlatıyor.” dedi. Haşr suresinin son ayetleri dileyenler tarafından sabah ve akşam namazlarından sonra Aşr-ı Şerif olarak okunur. Bazısı son dört ayeti, bazısı da son üç ayeti okur. Ama genel olarak son üç ayetin okunması ağırlıklıdır. Zaten bu gencin dikkat çekmek istediği nokta da bana göre bu son üç ayette geçen Allah’ın isimleriydi.
O zaman bu ayetlerden ve anlamından haberim olmasına karşın tam olarak ne demek istediğini anlayamamıştım. Muhtemelen o zamanki bilgi seviyem bunu idrak etmeye yetersiz gelmişti. Zaman geçtikçe dünya denen hayat okulu insanın karşısına ahiret hazırlığı için örnekler, imtihanlar çıkardıkça tefekkür ederek bazı olayları daha iyi idrak etmesini sağlıyor. Eskiden sizde açılmayan bir bilgi o an açılıveriyor ve algınız artıyor.
Her insan islam fıtratı üzerine doğar. Çocuklar masumdur. Dini yükümlülükler belli bir yaştan (ergenlikten) sonra başlar.
"Biz, gerçekten insanı en güzel bir biçimde (surette) yarattık. Sonra onu, aşağıların aşağısına döndürdük." (95.Tin/4-5)
Aslında bununla ilgili bir de yazı yazmıştım. İbadet...
Yani belli bir süre sonra bu dünya hayatı insan ruhunu kirletmeye, negatif olarak etkilemeye başlıyor. Bu da adına sınav denen eğitim ve gelişimin bir parçası. Ama aynı zamanda ademoğluna buna karşı nasıl tedbir alacağı, kendisini nasıl arındıracağı öğretilmiş. Unutanlar için tekrar tekrar elçiler gönderilerek hatırlatılmış.
İnsanın yapısına baktığımızda bu dünya boyutuna göre madde bedene sahip. Ama artık biz gelişen teknolojiler sayesinde bilimin bize bildirdiğine göre madde denen kavramın sadece beynimizde algıladığımız algılardan ibaret olduğunu, aslında bir evrenin içinde olmadığımızı, evrenin bizim beynimizin içinde olduğunu biliyoruz. Zaten gerek Kuran’da, gerek hadislerde, gerekse de peygamber efendimizden sonra gelen din büyüklerinin tavsiyeleri; alemlerin bir hayalden ibaret olduğu, dünya hayatının geçici oyun ve eğlenceden ibaret olduğu, ölmeden önce ölmemiz gerektiği, maddi beden kaydından kurtulmamız, beden terbiyesi, tabiat terbiyesi, nefis terbiyesi gibi öneriler sunulmaktaydı. İnanlar da bunların neden olduğunu sorgulamadan yapabildikleri kadarıyla uygulamaya çalışmaktaydı.
Günümüzde artık bilgiye çok kolay bir şekilde erişilebiliyor ve bizler artık neyin neden olduğunu, bize gelen bu tavsiyelerin nedenlerini daha iyi anlıyabiliyoruz. Hem işimiz kolaylaşıyor, hem de sorumluluklarımız artıyor. Çünkü bilip de uygulamamak daha kötü.
İnsan denen varlığın madde ötesinde bir yapıda olduğu artık aşikar. Ve insan bu dünyaya gönderilirken bazı özellikler ile bezenmiş. Bizi de asıl ilgilendiren bu özellikler. Biz bunlara Allah’ın isimleri (99 isim – Esmâ-ül Hüsna) diyoruz. Her kul nasibine düşen bir şekilde bu isimlerin karışık bir terkibi ile bu dünyaya SAF olarak geliyor. Ve “Haşr Suresi’nin son ayetlerini bilirmisin, bana çocukluğumu hatırlatıyor.” sözünün işaret ettiği gerçek bu noktada açıklığa kavuşuyor. Yani bu ayetlerde geçen ve Allah’ın isimleri olan özellikler (sıfatlar) SAF halde olan çocuklarda çok daha rahat bir şekilde tezahür edip, görülebiliyor.
Ahiretin tarlası niteliğinde olan bu dünya hayatına SAF birer tohum olarak geliriz. Bu tohumun içeriği doğduğu o anki şartlara göre değişir. Anne ve babadan gelen genetik bilgi, gezegenlerin (burçların) durumu, doğum tarihi, doğum saati gibi etkenler sonucunda farklı içeriklerde tohumlar bu dünya tarlasına ekilir. Kulun nasibine ne düşerse. Ama bu özellikleri (isimleri) çalışarak geliştirmek te yine kulun elindedir.
Bu tohumlar genç birer fidan olana kadar saflığını korur, sonrasında ise yine çeşitli faktörler; aile, yetiştiği çevre, coğrafik etkiler, eğitim vb. gibi etkenler bu tohumun gelişiminde rol oynar. Saf’lık bozulmaya başlar. Şeytan devreye girer ve Ademoğlu’na karşı savaşını sürdürür. Vesvese verir, fitne sokar, evham yaratır.
Dünya hayatı insanı yoldan çıkarmak için türlü türlü şeyler ile süslenmiştir. İnsan kendini kaptırırsa uçuruma doğru sürüklenir ama farkında değildir. Heveslerine kapılanlar kaynaklarını unutur, tohum halini unutur.
"Şimdi sen, kendi hevasını ilah edinen ve Allah’ın bir ilim üzere kendisini saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği ve gözü üstüne bir perde çektiği kimseyi gördün mü?Artık Allah’tan sonra ona kim hidayet verecektir? Siz yine de öğüt alıp düşünmüyor musunuz?" (Casiye Suresi, 23)
Heva sözlükte; “istek, tutku, nefsin arzu ve hevesi, şehvet, şehvete karşı şiddetli eğilim, insanın bozulmasına yol açan bütün olumsuz içsel etkenler” şeklinde tanımlanır. İnkarcılar, nefsin bu negatif yönünü, yani hevayı tek yol gösterici ve amaç edinirler. Tüm hayatları, hevalarını tatmin etmek doğrultusundadır. Bu nedenle tüm zihinlerini hevanın tatminine yöneltirler ve dolayısıyla dinin insana öğrettiği gerçekleri kavrayamayacak hale gelirler. Allah, hevalarının denetimine giren insanların, Kuran’ı ve peygamberin tebliğini kavrayamadıklarını şöyle bildirir:
"Onlardan kimi gelip seni dinler. Nitekim yanından çıkıp-gittikleri zaman, ilim verilenlere derler ki: “O biraz önce ne söyledi?” İşte onlar; Allah, onların kalplerini mühürlemiştir ve onlar kendi heva (istek ve tutku)larına uymuşlardır." (Muhammed Suresi, 16)
Fani olan bu dünya hayatında kendini heveslerinin kölesi haline getiren insan aslında nasıl bir çukurun içinde olduğunun farkında değildir, kendini cennette zannetmekte ve hep böyle devam edeceğini düşünmektedir. Bu tür insanların durumundan Karia Suresi 8-11.Ayetlerinde şöyle bahseder “Ama kimin de tartıları (amelleri) hafif gelirse, İşte onun anası (varacağı yer) Hâviye'dir (çok derin bir çukur). Sen Hâviye'nin ne olduğunu ne bileceksin? O, kızgın bir ateştir.”
Hâviye; heves kelimesinden türemiş bir kelimedir. Peki nedir bu hevesler, insana nereden gelir, nerede bulunur. Bu da günümüzdeki bilimsel araştırmalar sayesinde gün ışığına çıkıyor.
İnsanın sindirim sistemi, yüz milyon sinir hücresi ile çevrilmiştir. En son araştırmalar, sindirim sistemi ile ruhsal süreçlerin, düşünüldüğünden çok daha sıkı bir biçimde birbirine bağlı olduğunu gösteriyor. Ve bilim adamları sindirim sistemini çevreleyen sinir hücrelerinin vücudumuzda adeta bir “İkinci Beyin – Second Brain” olarak hareket ettiğini, duygu ve düşüncelerimizi yönettiğini söylüyorlar.
Bu noktada aklımıza Kuran’dan şu ayet geliyor;
"Allah'a karşı gelmekten sakınanlara söz verilen cennet şöyledir: Orada temiz su ırmakları, tadı bozulmayan süt ırmakları, içenlere zevk veren şarap ırmakları, süzme bal ırmakları vardır. Onlara orada her türlü ürün ve Rablerinden mağfiret vardır. Bunların durumu, ateşte temelli kalan ve bağırsaklarını parça parça edecek kaynar su içirilen kimselerin durumu gibi olur mu?" (47.Muhammed/15)
Heva ve heveslerine uyanlar bağırsak beyinlerinin esiri olarak bu dünya hayatında yaptıklarının karşılığını ahirette bağırsakları üzerinden görecekleri gibi bir misal/benzetme Ademoğlu’na bir ipucu olabilir mi acaba???
İsteyen kafasındaki beyni kullanır kendini ahirete hazırlayacak bir yol çizer. İsteyen de bağırsak beynini kullanır, heveslerine uyar ve bunun sonuçlarına katlanır. Bu noktada öğrenen, kendini geliştiren, yeni bilgilere açık ve verilen işaretleri algılayıp, görebilen beyinler kendilerine nasıl bir yol çizmeleri gerektiğini umarım bulurlar.
Barış Muçe
06.10.2015
İlgili Yazılar;
Sindirim Sistemi Beyne Nasıl Hükmediyor?
http://okyanusum.com/makale/sindirim-sistemi-beyne-nasil-hukmediyor/
“Karnımızdaki Beyni” Biliyor muydunuz?
http://okyanusum.com/makale/karnimizdaki-beyni-biliyor-muydunuz/
Bağırsaktaki Beyin